Ara
Gümüşhane
Kapalı
3°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,6991 %0.01
50,2474 %0.16
5.945,24 % 0,73

VEDA YAZISI

YAYINLAMA:
Ayın yarısını öbür tarafa geçince o ayda bitti demektir. Yarılanan ay yılın son ayı olunca da o yıl bitti demektir… Bu gün köşe yazımızda Sayın Dr.Senai DEMİRCİ’nin önceki yıllarda yılın sonuna doğru kaleme almış olduğu yazısını sizlerle paylaşmak istedik. Herkese lazım türünden günümüz Türkiye’sinin son durumunu, birde kendi durumumuzu göz önüne alarak şöyle bir alıcı gözüyle ölçelim, keselim, biçelim…

Bugün bana mahzunca bir soru soruldu. "Bazen kendime bakıyorum; ettiklerimi hatırlıyorum. Ümitsizliğe kapılıyorum. Ben nasıl bu halimle cennete layık görülürüm ki? Peygamberlerin yürüdüğü durakları nasıl adımlarım ki?" Kardeşime cevap vermedim, sadece bir soru da ben sordum.

Yıllardır içimde akıp durur şu cümle: "Hiç kimse sınanmadığı günahın masumu saymasın kendini." Bugünlerde, bir eğitim projesi kapsamında sıkça gittiğim cezaevlerindeki mahkûmlar karşısında iyice iliklerime işliyor bu cümle. Konuşma yapmadan önce, hangi tür tutuklu ve mahkûm olduğunu söylüyorlar bana. Katiller, hırsızlar, gaspçılar, kapkaççılar, cinsel suçlular... Karşımda sakince beni dinleyen yüzlerce adam… Bir "dışarıda “ki kendime bakıyorum, bir "içerdeki" adamlara... Kim bilir hangi öfke hançerinin ucunda, bir an kendilerini kaybedip katil oldular... Hangi sabır sınavını son anda kaybettiler kim bilir? Belki de onların kaybettikleri noktadan çok önce kaybedeceklerden biriyim ben? Kim bilir hangi yakıcı şehvet fırtınasına tutulup yüz kızartıcı bir tecavüzün ortasına sürüklendiler? Ya ben ne ederdim böyle bir durumda? Köşeye sıkıştırılmışken, duvara tırmanmaya zorlanmışken, öfke cinneti hücrelerimi ateş gibi yalayıp dururken, hemen parmağımın altında bir tetik hazır beklerken, ben, sen, biz ne ederdik? "Masum değilim" diyorum onlara. En iyi bildiğim, en emin olduğum cümle bu. Buraya yazışım da edebiyat olsun diye değil. "Evet, katil değilim, hiç adam öldürmediğim için değil, henüz sınanmadığım için." "Hırsız değilim, bir şey çalmadığım için değil, çalmak zorunda kalacak çaresizlikle denenmediğim için."

Sırf sınanmadığı için şimdilik masum olan ben nasıl sahiden masum olabilirim? Üstelik sınanmaların hepsi de suç işleme/işlememe eksenli değil. Kimsenin kınamayacağı işlerle bile sınanır insan. Herkesin alkışlayacağı, hayranlık duyacağı bir tercih de bir bıçak sırtına koyar seni. Doğrusu şu ki, sınanmamış insan çiğ insandır, kıvamını bulmamıştır. Hata ederek de olsa kıvamını bulana aşk olsun. Ayağı kayıp düşerek de olsa, dönene helal olsun. Başını duvarlara vurup da kendine gelene helal olsun. Sınanmamış adam, kalite kontrolünden geçmemiş araba gibidir. Düzgün duruşu şimdiliktir ve naylondur. Virajlarda savrulabilir, yokuşlarda fireni tutmayabilir, zorlanınca yoldan çıkabilir. Hata yapmamış adam rüzgâr yememiş, kış görmemiş ağaç gibidir. Dik duruşu sahtedir. Zorlanırsa dalları kırılabilir, yerinden oynayabilir.

Koca bir ömür bıraktım arkamda. Ellili yaşların eşiğindeyim. Bugün ölecek olsam, "olabilir!" denecek. "Üstü kalsın!" diyebileceğim kadar yaşadım. Mezar taşımda bundan sonra yazacak rakamlar kimseyi şaşırtmaz. Artık yaşamıyor oluşu kanıksanacak biriyim. Sorunlu bir çocukluk geçirdim. Derin yaralarım var. Birçoğunu iyileştirmek bir yana, dokunamadım bile. Korkularım var. Önyargılarım var. Komplekslerim var. Kapris yaptığım, kalp kırdığım dönemler de oldu. Şöhretle sınandım; kaybettiğim günler oldu. Param bol olduğunda kaybettiğim sınavları parasız kaldığımda fark edebildim ancak. Pürüzsüz değilim. Arızalı yanlarım var. Çoğu zaman dağınık, bazen dağınığımdır. Nadiren dağıttığım olur. Ayağımın kayacağını bal gibi bildiğim alanlarım vardır. Suizanda bulunduğum, gıybetini ettiğim, helalleşmekten utandığım kardeşlerim var. Çok uzak gördüğüm günahların eşiğinde bocalarken buldum kendimi. Övgüler aldığımda, utanıyorum, çok utanıyorum. Alkış aldığımda iki türlü utanıyorum. Birincisi, zaten hak etmediğimi bildiğim için; ikincisi, alkış beklediğimi sandıklarını sandığım için.

Yetişkin ve günahları olan bir insanım. Öyle ki, bazen bana hayranlıkla bakan bir çocuğun masum gözlerinin içinde erimeyi delicesine istediğim oluyor. Geçmişimi üzerimden kirli bir elbise gibi sıyırıp yürümek istiyorum. Kulları şahit kılmak men edilmeseydi eğer, yaptıklarımın hepsini açıkça anlatıp başka kimsenin, ama hiç kimsenin benim hakkımda benim itiraflarımdan daha ayıplı ihbarlar yapamaz hale gelmesini isterdim. Hani bir sahabenin, Peygamber'den (s.a.v.) çok ciddi bir konuda çok ağır bir azar işittiğinde, "keşke o olaydan sonra Müslüman olsaydım!" deyişi var ya, ben de öyle haykırmak istiyorum. Öncesinde ve sırasında Müslüman oluşumdan utandığım isyanlarım var. Ama... Ama... Şimdi burada vazgeçilmez bir bedenin içinde yürüyor olmak vazgeçiriyor beni itiraftan. Son nefesin dibine kadar üzerine titrediğim itibarım tutuyor elimden itiraflarımın. Ben bana "sırdaş" olarak kalıyorum. Kendi içime kıvrılıyorum çaresiz. Aynadaki ben ve aynaya bakan ben karşılıklı susuyoruz, utana sıkıla. Aynada gözlerinin içine baktığım adamı utandırıyorum, utanıyorum o adamdan. Gözlerimi kaçırıyorum gözlerinden. "Başka bir seçenek yok muydu ey Allah'ım" diyesim geliyor. Yaşadıklarımın hepsi kayıtlı, biliyorum. Musalla taşına sessizce bırakılsın diye beslediğim bedenime bakıyorum; yazık ettin diyorum. O cenazeye ettiğin kötülüğe bak; hiç acımadın mı? Hiç itirazsız toprağa konulacak yüzümü seyrediyorum; "olmadı!" diyorum. Topraklaşmasını kabul ettiğin yüze değdirdiklerine bak... Bir Yusuf kuyusu gibi geçmişe gömülü resimlerime bakıyorum; "ayıp ettin adama" diyorum. "Kolundan tutup nerelere sürükledin adamcağızı!" Hayıflanıyorum. Çok sık hayatı yeni baştan yaşasam dediğim oluyor. Ama olan oldu bir kere…     


Diyeceğim o ki, "adam" olmanın yolu hatasızlık değil. "Adam"ın ilki "Âdem" de hata ile başlamış dünya kariyerine... Onu "Adam" eden, hatasızlığı değil; hatasını hata bilmesi. Hatasıyla insandır insan. İnsanın ihtişamı hatasında saklıdır. Hatasızlık iddiasında bulunmaktan daha büyük bir hata olabilir mi?


Bana o mahzun soruyu soran kardeşime sorduğum soru şuydu: "Peki, sen kendini cennete layık bir adam olarak mı görmek isterdin? ‘Tabii ki ben cennete layığım. Beni koymalılar Kevser havuzunun başına...' diyorsan, asıl o zaman cennete layık görme kendini..."Gelelim, bu yazının başlığına... Evet, bu bir veda yazısı... Bir yılın son gününe denk getirdim yazıyı. Yıla veda ediyorum, bir daha buluşmamak üzere. Aslında güne veda ediyorum her akşam. An'a veda ediyorum. Noktasını koyduğum her cümleye veda ediyorum. Söyleyip susunca her hükme, her söze veda ediyorum. Bir sonrasına vardığım her dakikayı paketliyor ve Hesap Günü'ne gönderiyorum. Veda ediyorum.”


Sevgi Saygılar…

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *