DAĞLARIN KÖKLERİ
Mün’akisdir kalbimin hüzn ü melâli dağlara
Ebr-i ‘ulvî manzarın düşmüş zılâli dağlara
(İsmail Safa)
34 milyon km2 ile dünyadaki karaların % 24’ünü kaplayan ve farklı ekosistemlere ev sahipliği yapan,genellikle seyrek nüfuslu ve nisbeten diğer cografi birimlere göre iyi korunmuş yüksek alanlar olan dağlarla ilgili tanımlamalarda, çevrelerinin üzerinde yüce çıkıntılar,yüksek zirveler ve dik kenarlar ile göze çarpan,birbirine veya tek çıkıntılarda az yada çok paralel çalışan karmaşık aralıklardaki varlıklar olarak tanımlanan dağı oluşturan ve onun bir çok özelliğine şekil veren yükselti faktörü dağı tanımlayan temel bir faktördür.Bazı bilişm insanları bir yüksekliğin dağ olarak tanımlanabilmesi için en az 300 m olması gerektiğini belirtirken, yer bilimciler ise 2500 m. Sınırının altının dikkate alınmasının gerekli olduğunu ifade etmiştir.Dünyanın çatısı olarak ünlenen 8,848 metre yükseklikteki Everest Dağı’nın kökünün 125 kilometre olduğu ifade edilmektedir.Yani Everest’in yeryüzünün üstünde görünen yüksekliğinin yaklaşık on beş katı büyüklüğünde bir kütle yer altındadır.Dolayısıyla dağların aslında yeryüzündeki büyük kaya kütlelerinin tepeleri olduğunu belirtmerk mümkündür. Dağ arazisinin dört önemli özelliği olduğu belirtilmektedir. Bunlar; yükseklik, diklik, kayalık arazi, kar ve buz varlığıdır. Dağlar tek başına sadece yüksek bir kütle olmayıp, bulunduğu iklim bölgesi içeresinde ayrı bir ekosistem özelliği gösterirler.
Dağların nasıl oluştuğu sorusu günümüzde doğu batı coğrafyasında farklı alanlardaki alimler tarafından çeşitli teorilerle cevaplanmıştır. İbn Sina’ya göre dağlar uzun zaman boyunca okyanus altında bulunan ve suların çekilmesiyle ya da yer altındaki yüksek sıcaklıkla kuruyan çamurdan oluşmuştur. Bu sebeple dağlardaki kayaların içerisinde deniz canlılarının fosilleri ve üzerinde denizden arta kalan çamur, dağların yüzeyinde ise sel ve yağmurun oluşturduğu yol ve izler bulunmaktadır.
Orta Çağda yaşamış Alman düşünür Albertus Magnus dağların oluşumunu şiddetli bir depremin zedmini yukarı kaldırmasına bağlı olarak yer içerisindeki buharın dışa çıkmasına bağlarken, Fransız filozof Dekart’a göre ise yer altından gelen gaz veya buhar üst katmanı parçalayarak geride boşlukar bırakmış ve bu boşlukların çökmesiyle de dağlar oluşmuştur. Dağların jeoloji, biyoloji, ekonomi, psikoloji ve enerji açısından canlılar için bir çok yararı bulunmaktasdır. Bu sebeple karaların yaklaşık dörtte birini oluşturan ve dünya nüfusunun yüzde 12’sinin yaşadığı mekanlar olan dağlar, insanda estetik duyguları harekete geçiren varlılar olmasının ötesinde bir öneme sahiptirler. Dağlar yerkürenin içindeki boşluklar sebebiyle oluşan sallantı ve depremlere karşı denge unsurudur.Dağlar büyük depremlerin sarsıntısının şiddetini daha geniş alana yayarak sismik sünme meydana getiririr.Böylece depremlerin şiddetini azaltarak dünyanın dengesine katkıda bulunurlar.Dağlar bazı kavimlerin çoğu zaman düşmanlarını bertaraf edebilmelerine imkan verdiği gibi barındırdığı maden yatakları ve ormanlar ile insanlara geçim kaynağı da olmuştur.Dağlar atmosferik dönüşümü sağlayarak kar ve yağmurun oluşumuna da katkı sağlamaktadır.Bu yönüyle dağlar ekolojik dengenin sağlanmasında önemli rol oynamaktadır.Dağlar canlılar için hayati öneme sahip olan sulara kaynak oluşturmaları ve suların depolanması açısından da önemli mekanlardandır.Zira dağlar dünya üzerindeki temiz suların yaklaşık yüzde seksenini sağlamaktadır.Bir çok nehrin sulatrı dağlardan çıkmakta ve bu nedenle dağlar dünyanın su terazileri veya içme suyu depoları olarak bilinmektedir.Dağlar hayvancılık ve insan yaşamı için önemli olan yaylacılığa imkan veren alanlardır.Dağlarda yaşayan insanlar dağ kültürünün oluşumu ve sürekliliğine katkı sağlar. Dünyanın en büyük sıra dağları olan And dağları, Güney Amerika’nın güney ucundan kıtanın Karayiplerdeki en kuzey sahiline kadar yaklaşık 8.900 kilometre mesafede kesintisiz bir sur oluşturan, daha yüksek zirvelerin aştığı çok yüksek yaylalardan oluşur.
Dağlar insanda yükseklik, büyüklük, aşılmaktaki zorluk, bilinmezlik ve tehlikeleri ile heyecan, merak, saygı, korku, tatlı su, otlak, avlak, korunma ve barınak sağlamaları gibi yönlerden sevgi, ümit, güven ve minnet hislerini uyandırırlar. Bu özellikler ve bunlara bağlı hisler toplumsal hayat tarzı, düşünce yapısı ve dolayısıyla maddi ve manevi kültürün şekillenmesinde çeşitli rollare üstlenir. Dağların özellikle yükseklik, büyüklük,ulaşımdaki zorluk ve bilinmezlik yönüyle insan hayalinde fizik ötesi anlamlandırmalara müsait yapılar olmaları onlara kutsallık atfedilmesi sonucunu doğurur ve çeşitli kültür ve inançlarda bazı dağlar bu yönleri ile ön plana çıkar. Diğer bir yandan dağlar, insanda uyandırdığı bu hislere bağlı olarak meydan okuma, yücelik, hükmetme, heybet, haşinlik, güç ve kuvvet, sonsuzluk özgürlük, güzellik yanlızlık, zaman ve tarih, saflık, ferahlık, gurur, sıla, aşk, inanç, güven gibi anlamlar yüklemesinin yanı sıra insanlar arasında dağların oluşumunu ve görüntüsünü anlatan bir çok efsaneyi de dilden dile,kulaktan kulağa anlatılarak günümüze ulaşır.
Günümüzde varlığını sürdüren Sarı Kız Efsanesi, Ağrı Dağı Efsanesi gibi daha bir çok efsaneyi bağırlarında barındırılar. Dağlar evcil ve vahşi hayvanların yiyeceklerinin temin edildiği alanlar olmasının yanı sıra insanların hayvanlarını otlattıkları alanlardır. Dağlar vahşi hayvanların yaşam alanı, arıların hayat sürdüğü alanlardır. Dağlar sıcak ve soğuktan korunmak için insanların barınak yaptıkları mekanlardır.
Dağların zirvelerine meraklı olan insanlar iki türlüdür. Birincisi dağı fethetmeye gider, diğeri dağ tarafından fethedilmeye,yani dağlaşmaya gider. Birincisi kaç kez zirve yaparsa yapsın, dağı anlamaz. Dolayısıyla dağı göremez, bilemez.Yaptığı her zirve onun benliğini daha da büyütür. Dağın ne olduğunu anlayamadığı gibi, dağdaki boranı, güneşi, ışığı ve ayazı da anlayamaz. Oysa dağda kaybolan insan, her zirve yaptığında bir sevgiliye kavuşur gibi vuslat duygusunun idrakiyle, benliğini yok eder ve bu yok edişle dağlaşmaya başlar. Dağlaşmak yücelmektir, insan olduğunu anlamak, dağ üzerinde tabiatla ve yaratacı ile olan aidiyetini bilmektir. Bunun için dağ bir sevgilidir. Dağın cilvesine alışkın olan onun halini de anlayacaktır. Firakı da vuslatıda sevgiliye benzer. İnsanoğlu arkasını bir dağa yasladığı zaman kendini güvende hisseder. Dağ insana ihanet etmez. Nitekim dağlar insandan önce emanete muhatap olmuştur. Zirvelerindeki fırtınası, boranı,soğuğu firak ile ilgilidir. Bir dağa bakmak için göz, görmek için gönül, anlamak için yürek gerek.
Coğrafi yapısı bakımından oldukça yüksek olan Gümüşhanemize tabiat, düzlükler açısından hiç de cömert davranmamıştır. Dağlar ve düzlük alanlar birbirine kıyaslandığında dengenin dağlardan yana fazlaca bozulmuş olduğu gözlenir. Yükselti kuşakları ile Gümüşhane’de yaşayanlar adeta bütünleşmiştir. Memleketimizde yaşayanlar hayatını dağların durumuna göre düzenlemek durumunda kalmıştır. Hayatının her anında dağlar ve zirveleriyle kucaklaşır olmuştur Gümüşhane insanı, hepimizin bu haşin tabiatla ilgili olarak acı-tatlı birçok hatırası vardır.
Hayatımızı böylesine etkileyen ve düzenleyen bu dağların yükseltileri ne kadardır ve ilimizin neresindedir diye merak ettiniz mi acaba? Gümüşhane’nin dağlarında gezerken, sularını içerken, rüzgarına yüzünü verirken sadece bir suretin içinde olmadığımızı,aynı zamanda bir ruhun içinde olduğumuzu unutmamamız gerekiyor.
Gümüşhane’nin en yüksek zirvesi, Doğu Karadeniz Dağları dahilinde Pleistosen buzullaşmasına uğrayan ve il merkezinin 30 km. kadar güney-batısında yer alan Gavur Dağları üzerindedir. Kabaca bir domu andıran bu kütlenin en yüksek zirvesi olan Abdal Musa Zirvesi 3331 m.dir. ve bu zirvenin Karadeniz’e kuşuçuşu mesafesi 80 km. civarındadır.
Ülkemizin kuzeyini boydan boya kateden Kuzey Anadolu Dağları’nın en büyük zirvesi olan Kaçkar Doruğu’nun 3932 m. olduğu göz önüne alınırsa Apdal Musa Zirvesi’nin 3331 m. Yükselti ve üzerinde yer alan buzul gölleriyle dikkati çektiği gözlenir.
Apdal Musa Zirvesinden başka il dahilindeki diğer yükseltilere gelince:
- Torul- Gülaçar Köyü dahilinde Gavur Dağları üzerinde yer alan Artabelinbaşı Tepesi: 3305 m.
- Torul (Gülaçar)-Şiran(Yukarı Kulaca)sınırında yer alan, Cankurtaran Tepe: 3278 m.
- Torul Gülaçar Köyü dahilinde Gavur Dağları üzerinde bulunan, Sofra Taşınınbaşı Tepesi: 3188 m.
- Merkez Yağlıdere köyü sınırları içerisinde olup, Tekke Yaylası’nın eteklerinde yer aldığı, Deveboynu Tepesi: 3082 m.
- Şiran-Kırıntı ve Yukarı Kulaca (Yukarı Gersüt) arasında bulunan Sarp Tepe:2982 m.
- Şiran-Kırıntı Köyü dahilinde aynı zamanda ziyaret özelliği taşıyan Burgu Baba Tepe 2953 m.
Merkez Yağmurdere yöresi Çorak Köyü, Taşköprü, çiçekli yolu üçgeninde, Fırın Dağı: 2706 m.
- Kelkit-Obalar (Yeni Komlar), Güllüce (Çamurçorağı), Devekorusu Köyleri üçgeninde ve aynı zamanda ilimiz Erzincan hududunda bulunan, Topuzbaba Tepesi: 2664 m.
- Kelkit-Güzyurdu (Spikör) Köyü alanında Şordere Tepesi: 2663 m.
Bu belirgin yükseltilerden başka şehirlerarası karayolu ulaşımını sağlayan geçit noktaları da vardır.
- Gümüşhane-Bayburt Vauk Dağı Geçidi:1875 m.
- Gümüşhane-Şiran Tersun Dağı Geçidi: 2000 m.
- Gümüşhane-Trabzon Zigana Geçidi: 2010 m.
- Gümüşhane-Kelkit Köse Dağı Geçidi: 2441 m.
- Kelkit-Erzincan Pöske Dağı Geçidi: 2650 m.
Kaynakça;
Baş Mustafa,Geleneksel Türk İnanışlarında Dağ Kültü
Çavuşoğlu Ali, Dağlara Bakış
Ertek Ahmet,Türkiyede Dağlar
Harman Ömer,Dağ
Kaya Mehmet,Kuran’da Dağlar
Kırca Celal, Kuran ve Bilim