Canboğul (29)

-Gülsüm bu nasıl iştir?

-Ne nasıl iştir?

-Daha ne olacak kızlarımızın başka köylere verilmesine kocalarımız hepsi de “evet” dedi.

-Ne olmuş ana “evet” dedilerse?

-Daha ne olacak kızım, seni şimdi komşu köyden bir genç isterse baban verecek.

-Ben istersem verecek ana, istemezsem vermez.

Ciharlı’da her evde her kapı önünde törenin kaldırılması konuşuluyordu. Gençler törenin kaldırılmasından memnundular ama anaları öyle değildi. Memnun olmayanların başında da bekar kızı olan analar geliyordu.

-Hoca Mehmet Efendi’yi hepimiz sayarız, onun bir dediğini iki etmeyiz ama, bu törenin kaldırılmasına neden ön ayak oldu bir türlü anlayamadık Şahinde?

-Doğru dersin Emine abla ama iyi bir töre de değildi bence.

-Neden iyi değildi ki?

-Neden olacak sevenler birbirine kavuşmuyor, kızlar kaçıyor, bekar delikanlılar da köyü terk ediyorlardı, bu daha mı iyi?

-Onda haklısın ama kızlarımız hiç değilse köyde gözümüzün önünde oluyordu, şimdi uzak olacaklar. Senede bir kere ya görürüz ya göremeyiz.

Çeşme başı da kalabalıktı. Kızlar kendi aralarında konuşuyorlardı. Ayşe de yanlarındaydı. Kızlar hem konuşuyor hem de gülüşüyorlardı.

-Yazın yaylada gördüğüm Ziganalı bir yakışıklı vardı.

-Eee.

-O bana baktı, ben ona baktım.

-Baktım ona, baktı bana bakıştık yani.

-Onun gibi bir şey.

-Sonra?

-Sonrası belli, o köyüne ben köyüme.

-Konuşmadınız mı?

-Boşuna yere ne konuşacaktım, dışarıya kız vermiyorlardı, oğlanı neden umutlandırayım. Ama şimdi…

-Şimdi?

-Yaylaya çıktığımızda görürsem daha dikkatli bakacağım.

-Bakmayı bırak kız, konuşmaya bak.

-O da olur, yakışıklı oğlandı kız.

-Ayşe’ninki de yakışıklı.

-Hangi Ayşe’nin?

-Meryem ananın kızı Ayşe’nin.

-Vallahi Ayşe turnayı gözünden vurdun, oğlan gerçekten çok yakışıklı.

-Bana dış güzelliği değil iç güzelliği lazım.

-Lafa bak lafa.

-E, öyle olacak tabi içimizde okuma yazma bilen tek o var.

-Ya biz ne zaman okuma yazma öğreneceğiz?

-Ayşe bize de öğretsene.

-Olur.

-Öğret ki, yaylada gördüğü oğlana mektup yazsın.

Gülüştüler. Kovaları omuzluğa takıp, omuzlayıp evlerinin yolunu tuttular. 

Xxx

Laz Hasan’ın kahvehanesinin önünde bir kamyon durdu. Çocuklar koşarak kamyonun etrafını sardılar. İlk kez bir araba görüyorlardı. Kamyonu ilk görenler de çevresini sardı. İçerisinden toptancı Cemil indi. Cemil sağına soluna bakındı, gençten birisine:

-Delikanlı kervancı Mahmut’u nerede bulurum?

-Tam yerine geldin, kahvede.

-Sağol, dedi ve kahvehaneye girdi. “Selam” verdi. Mahmut emmi, Abdullah, Temel, Dursun ile birlikte çay içiyorlardı. Toptancı Cemil’i görünce ayağa kalktılar.

-Hoş geldin Cemil.

-Hoş bulduk.

-Hayırdır, gel hele otur bakalım. Hasan çay ver bizlere.

Oturdular. Laz Hasan çayları getirdi. O da toptancı Cemil’e “Hoş geldin” dedi. Bardağına şekeri atan Cemil:

-Mahmut ağa, yeni bir iş çıktı, siz yaparsınız diye size geldim.

-Hayırdır, ne işi?

-Şeker nakli.

-Şeker nakli mi? Nereye?

-Ardasa’ya.

-Bu mevsimde.

-Ardasa’da Şişman Mahmut, telgraf çekti, otuz çuval toz şeker istiyor.

-Onun ya aklı yok ya da parası çok. Bu mevsimde dağ aşılır mı Cemil?

-Dağın durumunu bilmem. Otuz çuval şekeri kamyonla buraya kadar getirdim. Götürürseniz bırakacağım, götürmezseniz alıp geri döneceğim.

Mahmut emmi, masadakilerin gözlerine baktı. Onlar bir şey konuşmuyorlardı. Mahmut emmi ne derse kabul edecekleri her hallerinden belli oluyordu. 

-Yahu Cemil, sen buraya ne bakıyorsun, dağda şimdi en az bir metre kar vardır. Nasıl aşarız dağı?

-Bilmiyorum Mahmut ağa, dağ aşılır mı aşılmaz mı? Tabi ona göre de para alacaksınız. Şeyran’a yük götürüyormuş gibi para vereceğim. Otuz çuval şekeri Ardasa’ya göndermem gerekiyor. Siz götürmezseniz başka birilerine bakacağım. Ancak, isterim ki siz götüresiniz, parayı da siz alasınız. Ardasa’da hiç şeker kalmamış.

-Cemil, hadi dağı aştık diyelim kar yağar, şeker ıslanır, erir, böyle havalara güven olmaz. 

-Onu da düşündüm. Çuvalları naylonla saracağız.

-Naylon mu o da ne?

-Bize de yeni geldi, su geçirmiyor. Çuvalları onunla saracaksınız. 

Mahmut emmi, hiç konuşmayan Abdullah, Temel ve Dursun’a:

-Ne diye aval aval ağzıma bakıyorsunuz sizler de bir şey söyleyin.

-Biz sana bağlıyız, dedi Abdullah.

-Niye sizin aklınız yok mu?

-Şimdi Mahmut ağa, bana kesin cevap verin, götürecekseniz çuvalları yıkalım, yok götürmeyeceğiz derseniz kalkıp döneyim.

-Peki… Yıkın çuvalları, açık bir havada götürürüz… Ne yapalım, başka çaremiz kalmadı. Hasan senin kahveye yıksak çuvalları, çöker mi burası?

-Çökmez Mahmut emmi, ama fazla kalmasınlar.

-Tamam, kalmazlar. Yarın hava böyleyse yola çıkarız.

Otuz çuval toz şeker torbalarını Abdullah, Temel, Dursun ve Laz Hasan’ın çırağı Ömer indirdiler. Toptancı Cemil, indirme ücretini ödedi. Mahmut emmiye:

-Bu parayı al Mahmut ağa, Şeyran’a gidiyormuşçasına aldığınız ücret kadar para var. Aranızda seninle gidenlere verirsin.

Mahmut emmi, parayı aldı, saydı, cebine koydu. 

-Tamam, sen şekerin Şişman Mahmut’a teslim edildiğini say. Yalnız ondan para alacak mıyız?

-Yok, almayacaksınız.

-Tamam.

-Bana müsaade, ben gidiyorum, işlerim var.

-Selametle.

Toptancı Cemil’i uğurladıktan sonra yeniden kahvehaneye döndüler. Ömer çaylarını getirdi. Mahmut emmi:

-Ömer, eve kadar gidip ablana söyle Ardasa’ya yük var, gelecek mi? 

-Ben geleyim emmim.

-Olmaz. Senin burada işin var. Sen dediğimi yap, ablana söyle gelsin.

-Tamam emmi.

Çayı karıştıran Mahmut emmi:

-On ben kişi olacak. Geçen gittiğimiz kervan aynı olsun. Dursun, sen hepsine haber ver. Gelsinler konuşalım.

-Tamam emmim.

Ayşe de gelince on beş kişi oldular. Ömer çaylarını verdi. Hem çay veriyor hem de ablasının gözlerinin içine bakıyordu. “Ablam Ömer gitsin dese” diye geçiriyordu içinden ama onun hiç de öyle diyeceğe benzemiyordu. 

-Şimdi beni iyi dinleyin, dedi Mahmut emmi ve devam etti, yolumuz zor, Zigana yol ayrımına saptığımızda kesinlikle kar ile karşılaşacağız. Gelmek istemeyen olursa söylesin, kimseyi zorlamak yok. 

-Boş boş oturuyoruz Mahmut emmi, gideriz bence bir sakıncası yok, dedi. Ayşe de dahil diğerleri de başlarını sallayarak Abdullah’ı onayladılar.

-Peki öyleyse, herkes hazırlığını en iyi şekilde yapsın. Herkes kalın giyinsin. Ayaklarınıza varsa kıl çorabı yoksa kalın yün çorabı giyinin. Katırlarınızı akşamdan iyi yemleyin. Torbalarını da yemle doldurun. Lastik çizmelerinizi giyinin. Gugullarınızı başınıza geçirin. Azığınızı akşamdan hazırlayın. Bir günde Ardasa’ya varırız gibime geliyor. Akşam Ali Osman’ın otelinde kalır, sabah da havanın durumu iyiyse geri döneriz. Bir de yanınıza kürek almayı da sakın ihmal etmeyin.

-Hepsini anladık da Mahmut emmi kürek ne olacak?

-Gideceğimiz yolda kar kütlesi varsa nasıl geçeceğiz?

-Doğru dersin Mahmut emmi.

-Şimdi, eğer gece ay ışığı var ve yıldızlar sayılacak kadar görünüyorsa yarın hava açık olacak demektir. Ay görünmüyorsa hava kapalı olacak demektir, gelmeyin, bir sonraki günü bekleyeceğiz. Siz yine de yarın yola çıkacakmış gibi hazırlıklı olun. Ha, bu arada Ayşe, sen de kardeşlerinin pantolonundan giyin. Entariyle yürüyemezsin.

-Tamam emmim.

-Dursun sen şeker al, temel sen de çay. Ayşe sen de demlik ve bardak.

-Olur, dediler. 

-Haydi, akşam oluyor, herkes evine gitsin. 

Kahveden çıkarken, Ömer ablasına seslendi:

-Abla az bekle birlikte gidelim. Olur mu Hasan emmi.

-Git Ömer, zaten kahvehanede de kimse kalmadı. 

Ayşe ile Ömer birlikte çıktılar. Ayşe yine her zamanki gibi hızlı adımlarla yürüyordu. Ömer:

-Abla niye bu kadar hızlı yürüyorsun? Ne olurdu bu sefer Ömer gitsin desendi Mahmut emmiye?

-Olmaz Ömer.

-Neden olmaz abla, ben artık büyüdüm, büyüdüğümü neden kabul etmiyorsun?

-Büyüdüğünü kabul ediyorum Ömer, ancak, sen Hasan amcanın yanında çalışıyorsun, oradan aldığın üç beş kuruşla ayakta durmaya çalışıyoruz. Senin işin olmasaydı, derdim Ömer gitsin diye. Büyüdün artık. Bu ailenin erkeği sensin. Dedim ya sen çalışmasaydın senin gitmeni isterdim. Güzel güzel çalışıyorsun. Bırakır kervana katılırsan kahvehanedeki işinden de olursun Ömer.

-Tamam abla, doğru söylüyorsun.

-Gel yanıma, büyümüşte ablasına hava atıyor.

-Bak yine…

Birbirlerine sarılarak evin yolunu tuttular. 

(Devamı var)

YORUM EKLE