Canboğul (37)

Zigana’nın zirvesinde adeta kıyamet kopuyordu. Yerdeki karlar gökyüzüne çıkıyor, fırtına uğultusu insanın kulaklarını deliyordu. Göz gözü görmüyordu. Can, Ayşe ve Halil dışında hepsi Lütfi Ağanın malikanesindeydiler. Bidondan yapılmış sobanın üstünü açan Dursun, hızarla kesilmiş kalın iki kütüğü daha içerisine attı. Odun korken yere bıraktığı ibriği yeniden sobanın üzerine koydu. 

Konuşmuyorlardı. Az önce sobanın içerisine atılan odunların yanarken çıkardığı sesten başka ses yoktu oturdukları yerde. Mahmut emmi, tahtadan yapılmış peykenin üzerine uzandı. Herkese göz gezdirdi. 

-Ulan köftehorlar niye konuşmuyorsunuz, kuş mu yedi dilinizi? Başka zaman olsa insana söz sırası vermezsiniz, ne oldu size? Temel, bir sigara sar da ver bana. Dursun, sen de bak çay oldu mu, bana çay ver. Şükredin, canımız sağ, Allah’tan daha ne istiyorsunuz?

-Öyle de emmi.

-Ne öylesi? Bakın biz yerimizde şu anda rahatız. Gönlünüzü ferah tutun.

Temel, sardığı sigarayı yakarak Mahmut emmiye verdi, Dursun da doldurduğu çayı uzattı. 

-Siz içmiyor musunuz?

-İştah mı kaldı emmi, dedi Abdullah.

-Korkma ölmezsin.

-Şu uğultuyu duymuyor musun Mahmut emmi, deli edecek beni.

-Ne diyorum biliyor musun Dursun?

-Buyur emmi?

-Keşke kemençeyi de getirseydin yanında.

-Getirdim emmi, ben kemencesiz bir yere gitmem ki.

-Eee, ne duruyorsun çalsana.

-Emmi, beni bu uğultu deli edecek diyorum, sen kemençe çal diyorsun, diyerek araya girdi Abdullah.

-Abdullah, kafamı bozuyorsun, bir sonraki kervandan çıkarırım seni, bunu böyle bilesin.

-Olur mu emmim, çoluk çocuk aç kalır.

-O zaman sesini kes, haydi Temel.

Temel, çantasından kemençesini çıkardı, akort etti. Mahmut emminin sevdiği oturak havasını çalmaya başladı.

-Herkes sırayla mani söyleyecek.

Temel’in çaldığı kemençe, dışarıdaki rüzgarın uğultusuna karışıyordu. 

Bu bizim kervan işi

Çile doludur çile

Aşacağız bu dağı

Yollar kesilse bile.

Zigana’nın yolları

Bir sağadır bir sola

Korkma Abdullah abi

Sabah ola hayrola.

-Sana helal olsun Temel, ne kadar da güzel söyledin. Ha bu Abdullah’ı ben de bir herif sanırdım. Korkudan canı çıkacak. Bakalım Abdullah sana ne cevap verecek.

-Benim sesim güzel değildir Mahmut emmi. Kargalar bile kaçar ben türkü söylersem. Hep gülersiniz bana.

-Ben bilmem söyleyeceksin.

-Yapma Mahmut emmi.

-Haydi.

-Benim adım Abdullah

Allah korusun Allah

Ben bu kadar söylerim

Yallah Temelim yallah.

-Bak sen, neler de biliyormuş Temel, duydun mu?

-Duydum emmi duydum. Sesi de söylediği gibi kötü değilmiş.

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar karşılıklı atışmalar sürdü. Tam yatmaya hazırlanıyorlardı ki, kapının tırmalandığını duydular. Sürü halindeki kurtlar kaldıkları yeri adeta abluka altına aldılar. Hem kapı ve pencereleri tırnakları ile cırmalıyorlar hem de hırlıyorlardı.

-Sarıldık emmi, dedi Cemal.

-Sayıları çok fazla.

-Öyle anlaşılıyor.

-Ahırın, kapı ve pencerelerini sağlam yaptınız mı?

-Hem de nasıl Mahmut emmi, ahırın penceresini tahta çakarak kapattık. Kapıyı zorlamasınlar diye de kapıya da çaktık.

-Sağlamdalar diyorsunuz öyle mi?

-Öyle emmi.

-Öyleyse şimdi sıra bizde desenize.

-Öyle emmi. Bunlar baksana gidecek gibi değiller.

-Aç kaldı hayvanlar, rızıklarını arıyorlar.

-Biz mi yem olacağız onlara emmi?

-Abdullah, sen o gövdeyle birkaç tanesini rahat doyurursun.

-Öyle deme emmi, ne yapacağız?

-Kapıya ateş etsek hem kapıyı parçalayacağız hem de rızık arayan kurtlardan birini vuracağız. Bu olmaz. Onları bir şekilde korkutup kaçırmak lazım ama nasıl?

-Kapıyı açıp Abdullah abiyi atalım önlerine.

-Ona da yazık olur, çoluk çocuğu var.

-Buradan kurtulalım, ben sana sorarım Cemal.

Kurtlar, durmadan kapıyı ve pencereyi hırlayarak cırmalıyorlardı. Mahmut emmi, biraz düşündükten sonra:

-Abdullah, uzun bir çıra al ve yak.

-Çıra mı?

-Sen dediğimi yap. 

Abdullah sobanın altından uzun bir çıra parçası aldı.

-Yak onu ve pencereye doğru yanaş, yavaşça pencereyi aç.

-Etme Mahmut emmi, kurt yüzümü gözümü parçalar.

-Parçalamaz, korkma. Sen dediğimi yap, aç pencereyi ve çırayı dışarı savur.

-Dışarısı esiyor emmi, çıra söner.

-Dediğimi yap.

Abdullah yavaş yavaş pencereye yanaştı. Yanan çırayı gören kurtlar geri sıçradı. Çırayı dışarı fırlattı. Mahmut emmi, mavzerini pencereye dayadı ve üç el havaya ateş açtı. Seslerini kesen kurtlar geldikleri yöne doğru kaçıştılar. Mahmut emmi, arkalarından iki el daha ateş etti. Pencereyi kapattı.

-Haydi, herkes bir köşede kıvrılsın yatsın. Sobaya da odun atmayı unutmayın.

-Emmi, ben bir şey diyeceğim ama sakın kızma.

-Söyle Abdullah, kızacak ne var?

-Emmi, Can ile Ayşe’yi birlikte göndermekte bence iyi etmedik.

-Nedenmiş o?

-Şimdi Ayşe ile Can’ı bir arada bizim köylüler görürse söz olmaz mı?

-Doğru dersin Abdullah, ben bunu düşünmedim. Neden gitmeden önce söylemedin?

-Benim de aklıma yeni geldi emmi.

-Yapacak bir şey yok, geçti artık. Can da düşünmeliydi.

-Biliyoruz emmi, onlar birbirlerini çok seviyorlar ama her şeyin bir adabı usulü vardır.

-Çok doğru söylersin Abdullah. Keşke söylemeseydin, şimdi canım sıkıldı. Ayşe bize teslimdi, yanlış yaptık. 

-Yanlış yaptık emmi. Ama Can namuslu çocuktur.

-Orası da öyle.

Xxx

Ayşe, Can ve Halil Ciharlı köyü yoluna kadar durmadan yürüdüler. Gece feneri Halil’in elindeydi. Halil önden Ayşe ile Can arkadan gidiyordu. 

-Halil abi çok yoruldum, biraz dinlenelim.

-Olur, dinlenelim Ayşe.

Yolun kenarındaki taşların üzerine oturdular. Halil feneri ortaya koydu. Cebinden tabakasını çıkardı, sigarasını sardı, yaktı.

-Can, biliyor musun?

-Neyi?

-Bizim köydeki töre kalktı.

-Ne? Kalktı mı?

-Kalktı, kalktı Can, artık köyden dışarı kız verilebilecek, tabi seven olursa.

-Ben varım ya.

-Sen mi?

-Evet.

-Kimi seviyorsun bizim köyden?

-Yapma Halil, bilmiyormuş gibi konuşuyorsun.

-Biliyorum biliyorum da bizim köylüler çoktan yola düşmüşlerdir. Karşılaşmamız da yakındır. Ne yapacağız bilmiyorum.

-Nasıl ne yapacağız Halil?

-Bizim köylüler sen ve Ayşe’yi bir arada görürlerse ne derler, onu düşünüyorum.

-Doğru dersin Halil abi, daha köylünün ağzından kurtulamayız. Ne yapsak ki?

-Sen az önce ne dedin Halil, köylüler yola düşmüştür, değil mi?

-Evet.

-Onların gelişini fenerlerinden görürüz.

-Görürüz.

-Biz burada oturalım, onların ışıklarını gördüğümüzde ben saklanayım. Sen de Ayşe’yi onlara teslim et, birlikte geri dönelim.

-Aklını mı yedin Can, o kadar yolu gece vakti nasıl gideriz?

-Gelmezsen ben yalnız başıma da dönerim.

-Yapma Can, kurda kuşa yem olursun.

-Ayşe’ye söz gelmemesi için olurum Halil.

-Peki benim yalnız başıma geri döneceğimi düşünen köylüler karşı çıkmazlar mı?

-O da doğru ya.

-Hiçbir şey olmaz, diyerek söze giren Ayşe, Can, köye kadar gelecek. Köylüler bizim durumumuzu biliyor, her yerde konuşuluyoruz.

-Olmaz Ayşe. Sana söz gelmesini istemem.

-Seni buradan yalnız başına, kurdun kuşun içine atacağımı mı sanıyorsun Can?

-Yapacak bir şey yok.

-Var, ya gelin geriye dönüp dağa birlikte çıkalım, ya da yola nasıl çıkmışsak birlikte köye varalım. Gören görsün, dedikodu yapan yapsın. 

-Tamam o zaman, dedi Halil, kalkalım mı?

-Kalkalım Halil abi, dedi Ayşe.

Halil yine önde fener ile yürüyordu. Ayşe ile Can arkada el ele tutuşarak birbirlerine destek oluyorlardı. Yürüdükleri Ciharlı yolunda kar yoktu. Yağan kar ise çoktan erimişti. 

-Halil abi, istersen feneri bana ver, sen Ayşe ile arkadan gel.

-Öyle yapalım Can, bizimkiler çoktan yola çıkmışlardır. Sen ile Ayşe’yi bir arada yürürken görmeseler iyi olur.

-Ben de öyle düşündüm.

Can, Halil’den feneri alarak öne geçti. Ortada Ayşe, arkada Halil yeniden yürümeye başladılar. Yürümeleri üşümelerine engel oluyordu. 

-Dağdakiler ne yapıyorlar dersin Can?

-Ne yapacaklar, sobanın karşısında mayışmışlardır. Ha bire çay içiyorlardır. Rahatları iyi. Ahırın kapı ve penceresini umarım sağlama almışlardır. Yoksa kurtlar bu gece bütün hayvanları parçalarlar.

-O kadarını da düşünmüşlerdir Can.

-Umarım. Arap’ıma bir şey olursa bakmam gözünüzün yaşına parasını takır takır alırım sizden.

-Benden de mi Can?

-Senden de.

-Biz sana gel bizi karşıla demedik. Sen hangi akıla hizmet edip de kalkıp Zigana yoluna düştün, seni çağıran oldu mu?

-Şimdi öyle mi oldu?

-Öyle değil mi Halil abi, biz Can’ı çağırdık mı?

-Yok.

-Kendi gelen oldu, macera arıyordu, bize de bir rastlantı sonu karşılaştı.

-Gerçekten Can, niye geldin?

-Ne bileyim, akılsızlığımdan olsa gerek.

-Yoksa bir nedeni mi var?

-Hiçbir nedeni de yok.

-Öyle mi? diyen Ayşe’nin sesi oldukça toktu.

(Devamı var)

YORUM EKLE