Canboğul (39)

Sabahın ilk ışıkları ile kalkan Mahmut emmi, diğerlerini de uyandırdı. 

-Kalkın tembeller, sıcak soba iyi geldi size, öğle oldu, hala yatıyorsunuz.

-Ne öğlesi Mahmut emmi, gün daha yeni ağarıyor.

-Ne yeni ağarması, bırakın konuşmayı da kalkın.

Akşamdan başlayan tipinin gece boyu da sürmesi ile Lütfi Ağanın malikanesinin kapı ve pencerelerine yığdığı kar ile dışarısı görünmüyordu. Sönmeyen sobaya iki kütük atan Mahmut emmi, kapıyı zor da olsa açıverdi. Tipi ve fırtına dinmiş, ancak yoğun sisten göz gözü görmüyordu. Kapının arkasındaki küreği alarak kapı önünü kardan temizledi. Pencerenin önüne de biriken karları da attıktan sonra içeri girdi. Sobanın üzerindeki ibrikte su kaynıyordu. Kara demliği aldı, demliğe suyu döktü, rafta duran çay kutusunu alarak çayı demledi.

-Hazırlanın, bir şeyler atıştırıp yola çıkacağız. Bakalım çığ ne şekilde kapattı yolu, çalışabiliriz. 

-Halil onlar inşallah sağlıklı gitmişlerdir, dedi Abdullah.

-Gitmişlerdir.

Çantalarındaki azıkları masaların üzerine koydular. Temel çayları doldurdu. Yarım saat süren kahvaltının sonunda, sobaya su dökerek iyice söndürdüler. Birlikte dışarı çıktılar. Sis ve soğuk adeta dişliyordu. Hava çok soğuktu.

-Donacağız Mahmut emmi.

-Korkma bir şey olmaz, hayvanları çözün de getirin. Can’ın da atını alın.

Sis arasından güneş kendini gösteriyordu ama pek ısıtmıyordu. Mahmut emmi, Can’ın atının dizginlerini eline aldı. Halil ve Ayşe’nin katırları ise diğer katırların arkasından çığ gelen bölgeye kadar geldiler. Mahmut emmi, dikkatlice alanı inceledikten sonra:

-Gelen çığ, karı sıkıştırdı, sanırım açmadan geçebiliriz. Sadece küreklerle bir yol şeklinde düzenleyelim. Abdullah ile ben hayvanları kontrol edeceğiz. Sizler de küreklerle yolu düzgün bir hale getirin, Karı atmaya gerek yok. Bu kar batmaz.

Geldikleri bölgede sis çoktan dağılmıştı, çevre her yönü ile görülüyordu. Bir saatlik çalışma sonrası yolu düzenli hale getirdiler. Katırlarının yanına geldiler. 

-Kürekleri katırlara bağlamayın, yolda lazım olabilir. 

Ellerinin biri katırlarının yularını çekiyor diğeri ise omuzlarında taşıdıkları küreklerin sapını tutuyordu. Dün kardan temizledikleri yola kadar geldiler. Yol temizledikleri gibi duruyordu, herhangi bir dolgu görmeyince yollarına devam ettiler. Ciharlı köyü yol ayrımına gelince kar kalınlığı iki üç santim ancak vardı, rahatladılar. 

-Mahmut emmi, dedi Dursun, burada biraz dinlenelim yorulduk, öyle yola devam ederiz.

-Olur, dinlenelim, bana da bir sigara sarın.

-Hayırdır Mahmut emmi, sigaraya mı başladın?

-Yok Abdullah, canım çekti.

-İçme Mahmut emmi, alışırsın.

Xxx

Laz Hasan’ın kahvehanesini Ömer ile ablası Ayşe birlikte açtılar. Ömer, çay ocağının altını Ayşe ise bidondan yapılmış sobayı yaktı. Can, henüz kalkmamıştı. “Kalkmadığı iyi oldu, ona elimle güzel bir kahvaltı hazırlayayım” dedi kendi kendine. Sobaya yakın bir masanın üzerine kendi fırınlarında pişirdikleri ekmekten dilimleyerek koydu. Evden getirdiği, tereyağı, haşlanmış yumurta, peynir ve balı masanın üzerine güzelce yerleştirdi. Can’ın haşlanmış yumurtayı çok sevdiğini kendilerine rehberlik yaptığı günlerden biliyordu. Ablasının hazırladığı kahvaltı sofrasını gören Ömer:

-Abla, evde böyle kahvaltı sofrası hazırladığını hiç görmedim. Gittiğin yerde de böyle sofra hazırlarsan üç gün gitmez iflas ettirirsin kocanı.

-Sus geveze. Sanki hiç böyle sofrayı evde hazırlamadım gibi konuşuyorsun.

-Ne bileyim, bu sabah pür dikkat hazırladın da…

-Misafirimiz var ya Ömer…

-Misafir ama ne misafir… Misafir mi yoksa?...

-Çekeceğim kulaklarını… Bırak gevezeliği de çayı demledin mi?

-Çoktan.

-Niye inmedi?

-Kim?

-Ömerrr… 

-İyi adam lafın üzerine gelir, iniyor Can abi.

Can, otelin merdivenlerini gıcırdatarak kahvehaneye indi. Ayşe’yi kahvehanede görünce şaşkınlığını gizleyemedi. 

-Ayşe, sen ne arıyorsun burada?

-Ben de abla gelme dedim ama dinletemedim Can abi.

-Olsun, birlikte kahvaltı yapalım ama acele olsun çünkü önce kasabaya sonra da köye kadar gideceğim.

-Ömer doldur çayları.

Birlikte oturdular Ayşe’nin hazırladığı kahvaltı sofrasına. 

-Her şey var Ayşe, bir tek kuş sütü eksik. Elinize sağlık.

-Acele etme, kahvaltını sağlam yap. Yolda izde bir şey yiyemezsin. Karnını iyice doyur Can.

-Ben bu kahvaltı ile köyümü bulurum Ayşe.

-Afiyet olsun.

-Ben artık kalkayım. Mahmut emmilerle buluşmam lazım. Atım onlarda.

Birlikte kalkıp, dışarı çıktılar. Can ile Ömer, ahırdan akşam Hüseyin’in getirdiği atı ve Oğuz’u çıkardılar. Oğuz, Ayşe’yi görünce yine çevresinde dolanmaya başladı. Ayşe, eğilerek elleriyle Oğuz’u okşadı. Can, ata bindi:

-Kalın sağlıcakla. Ha Ayşe, Mayıs’ın on beşinde sana görücü yollayacağım, annenin de ellerinden öpüyorum. Haydi Oğuz, diyerek atını Zigana’ya doğru sürdü. Ayşe ve Ömer bir süre arkasından baktılar. Dönemeci dönmeden önce Can onlara bir kez daha el salladı ve ata “deh” dedi.

-Abla birbirinizi çok seviyorsunuz.

-Öyle Ömer.

-Umarım beni de çok seven biriyle karşılaşırım.

-Umarım Ömer, masayı sen toplarsın, kimseler gelmeden ben gideyim.

-Ben toplarım abla sen git.

Can ise atını hiç durdurmadan sürüyordu. Zigana yol ayrımına gelince Mahmut emmi ve beraberindekilerle karşılaştı. Attan indi.

-Ne erken açtınız yolu Mahmut emmi?

-Açmadık Can, kar sıkışmıştı, sadece üzerini geçilecek şekilde düzenleyerek geldik. 

-Katırlar yükleriyle geçerken batmasınlar kara emmi?

-Sanmıyorum.

-İyi öyleyse. Bu at Hüseyin’in. Ona verirsiniz. Ben de buradan köyüme gideyim. Kasabaya ne zaman gelirsiniz?

-Yarın gelelim diyorum Can. Dağın öte yüzü nasıl?

-Karlı ama size sıkıntı çıkarmaz.

-İyi… Lütfi ağaya çok selamlarımızı söyle, çayından şekerinden aldık, helal etsin. Anahtarı da al, kapıyı kilitledik biz ama sen yine kontrol edersin.

-Söylerim emmi, haydi yolunuz açık olsun.

-Senin de Can, her şey için çok sağ ol.

-Sizler de sağ olun emmi, dedi ve atını Zigana zirvesine doğru çevirdi, “Haydi Arap, haydi Oğuz önümüzde uzun bir yol var” diyerek atını Zigana’nın zirvesine doğru sürdü.

Arap’ın üzerinde dünden beri yaşadıkları bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Hele akşam Ayşe ile el ele tutuştukları bir türlü aklından çıkmıyordu. Nasıl da sıkıyordu elini Ayşe gecenin karanlığında. Ya sabahleyin hazırladığı o güzel kahvaltı. 

Yol ıssızdı. Tek başınaydı Zigana’nın dağlarında. Bu dağlarda aç gezen kurt sürülerini hep anlatır dururdu eskiler. Kurt sürüsüne rastlayıverme kurtuluş olanaksız gibiydi. Mahmut emmi ve beraberindekilerin açtıkları kar kümbetinden geçti. Çığ gelen bölgeye gelince Arap’tan indi. Karın batmayacağını her ne kadar Mahmut emmi söylediyse de dikkatli olmak lazımdı. Ayaklarına güç vermeden çığlı alandan geçiyordu. Sık sık dönüp atına bakıyordu. Mahmut emminin söylediği doğruydu, kar batmıyordu. Çığ bölgesini geçince Arap’a yeniden bindi. Yarım saat sonra zirvedeydi. 

Atından indi. Lütfi ağanın malikanesinin kapısını açtı, içeri girdi. İçerisi hala sıcaktı. Sobanın kapağını kaldırdı, içinde köz kalıp kalmadığına baktı. Soba sönmüştü. “Su dökmeleri iyi oldu” dedi. Biraz dinlensem iyi olacaktı, bundan sonra ancak duracağım yer Zigana köyü olacak. Köye de çok yol vardı. Akşam olmadan köye varırsa, karanlığın ilk saatlerinde kasabaya varacağını düşündü. Tam bu sırada Arap’ın kişnediğini duydu, kapıyı açıp dışarı fırladı. Eyere bağlı olan çifte tüfeğini aldı. Armayı beline bağladı. İki tane domuz dolusunu tüfeğinin haznelerine yerleştirdi. 

-Ne oldu Arap?

Karşılarındaki harabeye bakınca dört tane kurdun ağızlarını açmış kendilerine baktıklarını gördü. Arap kişniyor, Oğuz ise durmadan havlıyordu. 

-Aldık başımıza belayı. Bunlar bize rahat vermeyecek Arap.

Tüfeğini kurtlara doğru çevirdi. Üzerlerine doğru iki el ateş etti. Kurtlar büyük bir hırıltıyla kaçtılar. Yeniden tüfeğini doldurdu, bir kez daha iki el ateş etti. 

-Bulduk belayı Oğuz. Bunlar bizi yol boyu takip edecekler, uyanık ol. Bereket versin ayılar kış uykusunda ya bir de onlar olsaydı bu dağlarda? Beni Ayşe’nin aşkı değil Arap bu dağlar bitirecek. Yeniden malikaneye girdi ancak bu kez kapıyı açık bıraktı. Tabakasını çıkardı, sardığı sigarasını yaktı. Oğuz da hemen ayaklarının dibinde oturdu. 

Sigarasını içti, ayağa kalktı. Yanan sigarasını dışarıda yere atarak üzerine basıp söndürdü. On santim uzunluğundaki anahtarla malikanenin kapısını kilitledi. Armasındaki fişekleri saydı. İki fişek de tüfeğinde vardı. Yoldaki durum değil kendilerini takip edecek kurtlar düşündürüyordu. “Anam, azığını evden arkadaşını köyden alacaksın diyordu da doğruyu söylüyordu. Ama sen Baloğlu Hikmet’in oğlusun. Birçok zorlukları hep atlatmış insansın. Korku değil, kurt öldürmek istemiyorum. Eğer saldırırlarsa öldürmek zorunda kalacağım.”

Atına bindi. Zirvenin dönemecinde tüfeğindeki fişeklerden birini ateşledi. Sağa sola bakındı, görünürde kurt yoktu, Oğuz arkada zirveden aşağıya karlı yola atını sürdü. Zirveyi indikçe bodur olan çamların yerini uzun boylu çam ağaçları alıyordu. Ağaçlardan pek uzakları göremiyordu. Yeşil çam ağaçları beyaza bürünmüş apaktı. Çok iyi bildiği yolda önüne değil sağa sola bakıyordu. Üzerine kurtların atlaması için geçtiği yol müsaitti. Bu nedenle gözleri hep yolun üzerindeydi. Köstere Yaylası’na gidecek yol ayrımına gelince, yola doğru baktı. Kurt izlerini gördü. Tüfeğinin boş olan ikinci gözüne fişeği yerleştirdi. Dönemeci dönerek Zigana köyü yoluna yönünü çevirdi. 

Oğuz ise arkada kendisini takip ediyordu. Arap ile Oğuz’da henüz bir huysuzluk yoktu. Şeker’in çeşmesinin bulunduğu dere içerisine çok dikkatli girdi. Burada bir kez kurt sürüsüyle karşılaşmıştı. Arap’ın yaban hayvanı gördüğünde şaha kalktığını bildiği için bir eli sürekli olarak eyeri sağlam tutuyordu. Dizgini ise eyerin kaşına geçirmişti. Tüfeğini dolaysına yatırdı, diğer eli ile silahını tutuyordu. Çamlık alanın içerisinde bulunan çeşmenin sağında solunda kurt olacağını düşünerek sürekli arkaya dönüp bakıyordu. Şekerin Çeşmesinden sonra Şekerin dönemecini de döndü. 

Zigana köyüne daha çok yol vardı.

(Devamı var)

YORUM EKLE