Canboğul (43)

Nisan ayı ile birlikte kuru dereler bile coşmuştu. Toprak canlandı, ağaçlar çiçeğe bezenmişti. Doyumsuz oluyordu köylük yerlerde bahar. Sabun köpüğü gibi akan coşan dereler. Daldan dala konan serçelerin cıvıltılarına kadınların kazma ile kazdığı toprağın sesi karışıyordu. Ayaklarda lastik, etekler bele katlanmış, durmaksızın çalışmak, gün boyu. Sabahın ilk ışıklarından akşamın karanlığına kadar. Durulmazdı köylük yerde çalışmadan. Bağında, bahçende, bostanındaki toprağı tohumla buluşturacaksın ki, önündeki kış ürettiklerinle bir kışı çıkarasın. Kazma, kazma sesine, meleyen kuzuların sesi analarının sesine karışıyordu. Çocuklar ellerinde küçük çubuklarla yeşeren çimlerde kuzuları otlatıyorlardı annelerinin yanında. Coşan derelere yaklaştırmıyordu analar çocuklarını, Allah korusun suya düştü mü bulmak zordu nisan ayında. 

Abdal Musa tepesinde yer yer kara parçaları görünmeye başlamıştı. Seher hatun son dikimi olan fasulyeleri de toprakla buluşturmuştu. Artık rahattı, dikilecek, ekilecek yerleri tüm köylüler gibi kendisi de bitirmişti. Kayısılar, elmalar, armutlar, vişneler çiçek açmıştı Avliyana’da. Kışın soğuk ve yağışlı havasından çıkan köy çiçek bahçesine dönmüştü. Meyvelerin çiçeklerinden yayılan kokuya ise doyum olmuyordu. Kartal Mustafa, arılarının kovanını açmış, bakım yapıyordu. 

Bir başka oluyordu Avliyana’nın balı. Bin bir çiçekten bal toplayan arılar, köy içindeki meyvelerde oğul vermiş gibi vızır vızır bal topluyorlardı ince uzun hortumlarıyla. Kartal Mustafa, arılarının çalışkanlığını bir süre izledikten sonra, zayiat vermeden bahara kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordu. 

-Zülfiye arılardan ölen olmadı ama biraz şerbet vermek lazım, zayıf olanlar var. Sen bir baksan Seher hatunda şeker var mı, kasabaya gittiğimde alır getiririm şekerini.

Kırka yakın peteği bulunan Kartal Mustafa bu yıl balın iyi olacağını düşünerek, şimdiden kazanacağı paranın hesabını yapıyordu. Yılanlı ve Dulağası yaylalarına giden yol güzergahı ve çevresi de açan kır çiçekleriyle doluydu. 

Can ise mayıs ayının on beşini iple çekiyordu. Anası Seher hatunla eve dönüyorlardı akşam saatlerinde. Dikimleri bitirmişlerdi, şimdi sıra Ayşe’sini istemeye gelmişti ama Lütfi ağa on beş mayıs demişti. Onun için on beş mayısı beklemek gerekiyordu. Eve geldiklerinde kapıda Pisik Ali’yi beklerken gördüler.

-Hayırdır Pisik Ali? 

-Can, seni bekliyordum. Bana bir cevap ver. Bak karlar da eridi. Abdal Musa’da kara parçası da görülüyor. Seninle görüşeli bir ay geçti aradan. Yardım et de götürelim şu koç ile keçileri. 

-Hele otur. Yorulduk, soluklanalım.

-Bu bağ, bahçe, bostan senin işin değil Can.

-Niye ben yemiyor muyum?

-Yiyorsun da senin gibi mert ve yiğit birinin başka işi olmalı.

-Eşkıya mı olayım, köylük yerde bağ, bahçe işinden başka ne olabilir ki Pisik Ali?

-Demem o ki, herkes senin yiğitliğine, dürüstlüğüne güvenir, bu rehberlik işini bırakmasan.

-Kim demiş bıraktığımı, şu sıralar zamanı değil. Gavur Geçidini bilir misin, hiç geçtin mi oradan?

-Yok geçmedim.

-İşte senin gibi acele edenler canından oldu o geçitte.

-Allah korusun Can.

-Orası öyle de aceleyle bu işler olmuyor, ben rehberlik yapıyorsam, rehberlik yaptığım kişileri tehlikeye atamam Pisik Ali.

-Doğru dersin de acaba bu sıralar geçemez miyiz Gavur Geçidini?

-Yarın sabah erkenden koç mu keçi mi götüreceksin, yola çık, ben atımla arkandan yetişirim.

-Tamam Can.

-Yarın görüşürüz Pisik Ali.

Pisik Ali ayrıldıktan sonra, önce Oğuz’un yemini verdi, daha sonra ahıra girerek Arap’ı sevdi, öptü, onun da yemini verdikten sonra kapının önünde duran ibrikten elini yüzünü yıkadı, içeri girdi. Seher hatun sofrayı hazırlamakla meşguldü. Dün yaptığı kuru fasulye yemeğini ocakta ısıttı. Ekmekle iki adet ağaç kaşığın yanı sıra külekten bakır tas içerine aktardığı yoğurdu sofraya koyarak oturdu. Sofranın altına serdiği sini bezini dizlerinin üzerine aldı Can’a seslendi:

-Can, haydi illa sofraya çağırmam mı lazım.

-Geliyorum ana, elimi yüzümü yıkadım.

Sofraya oturan Can da anası gibi sini bezini dizlerinin üzerine aldı. Ağaç kaşıklarla bakır tas içerisindeki kuru fasulye yemeğini yemeye başladılar.

-Ne diyor Pisik Ali?

-Ne zaman gideceğiz Şeyran’a diye sorup duruyor ana.

-Aşabilir misiniz Gavur Geçidini?

-Aşmasına aşarız da ana hiç ayağım çekmiyor. Bir bakıma da mecburum. Para kazanmam lazım.

-Para kazanmak için canını tehlikeye atmana gerek yok yavrum, kıyıda köşede üç-beş kuruşumuz var.

-Var da ana hazıra dağlar dayanmaz. Yarın gidiyoruz.

-Yorgunsun biraz dinlenseydin.

-Yürüyecek değilim ana, Arap’ı alacağım. Sen sabahları erken kalkıyorsun, namazını kıldıktan sonra hem Arap’ı hem de Oğuz’un yemlerini ver ana.

-Tamam yavrum, ama dikkatli gidin. Tedbirli ol. 

-Hep öyle yapıyorum ana, merak etme.

Sabahın güneşi odanın penceresinden tam Can’ın gözlerine alıyordu. Pisik Ali, çoktan köyden çıkmış, Dulağası Yaylasına varmak üzereydi. Anasının hazırladığı kahvaltıyı yapan Can, dışarı çıktı, anasıyla birlikte. Arap’ı ahırdan çıkardı. Seher Hatun, heybeyi Can’a uzattı.

-İçine aşını koydum, sakın yemeni ihmal etme.

-Etmem ana.

Oğuz’u da çözdü. Atına atladı. 

-Haydi anam Allahaısmarladık. 

-Güle güle Can oğul, dikkatli ol, çığdan koru kendini. Hem seni hem de pisik Ali’yi.

-Olur benim anam.

Arap’a “deh demeden köyden çıktı. Her zamanki gibi Oğuz da arkalarındaydı. Köyün çıkışında Abdal Musa Tepesine baktı. Yer yer kara parçaları görünüyordu. Köyden çıkışta kır çiçeklerinin kokuları vurdu burnuna. Her taraf yemyeşildi. Sarı, kırmızı, beyaz, bin bir çiçeklerin arasından karın coşturduğu Çit Deresine indi. Ağaç köprü ha gitti gidecekti artan sular nedeniyle. Köprüye güvenemedi, atını dereye sürdü. Oğuz da arkalarından. Hızlı akan Çit Deresinin suyunda biraz bocalayan Oğuz, sonunda karşıya geçmeyi başardı. Silkelendi, sular etrafa saçıldı. 

-İlk banyonu yapmış oldun Oğuz, iyi gelir. 

Arap’a “deh” dedi. Pisik Ali’yi Dulağası Yaylasında kavuştu. Elli koç ve yirmi keçi, toplu halde hem yayılıyor hem de Abdal Musa Şelalesi’ne doğru ilerliyordu. Kartal Mustafa’nın, Partal Mustafa olduğu kulübeye gelince Can:

-Pisik Ali, burada dur. Ben önden gideceğim. Sen sürüyle beni takip et. Beş Göllere yaklaşınca ben hızlanacağım, göl çevresinde kurt olabilir. 

-Tamam Can.

Abdal Musa Şelalesindeki patika yoldan rampaya vurdu. Arap, başını sallayarak oldukça hızlı gidiyordu. Pisik Ali de sürüyü rampaya sürdü. Patika yolda bir iki koyun ya da keçi birlikte bazen tekli bazen de çiftli olarak yürüyordular. 

Can, göle yaklaştığında Oğuz’un huysuzlandığını gördü. Arap da kulaklarını ileri dikti. Tam gölü görecek yere gelince Arap şaha kalktı, Oğuz ise havlamaya başladı. Üç yavru ile iki kurt gölün kenarındaydılar. 

-Dur Oğuz, sakın gitme, dur.

Atın kişnemesi ve Oğuz’un havlaması ile birlikte kurtlar, yavrularıyla Abdal Musa Tepesine doğru hızla koşmaya başladılar. Yavru kurtlar ana ve baba kurtları yetişemeyip arkada kalınca, Can da hareket etmeden yavruların yetişmesini bekliyordu. Kurtlar Gavur Geçidine giden yolun ters yönünde çalılıkların arasında gözden kayboldular. Can, çiftesi ile iki el havaya ateş etti. Amacı kurtları korkutup uzaklaşmalarını sağlamaktı. Gölün çevresindeki düzlüğe çıktı. Pisik Ali de sürüyle rampayı çıkarak göle geldi. 

-Öğle oldu, burada bir şeyler yiyelim, biraz dinlenip yola çıkalım. Gavur Geçidini sağlıklı geçersek bir sorun kalmayacak Pisik Ali.

-Sağol Can.

Bir saat dinlenmenin ardından, Gavur Geçidine doğru yola koyuldular. Beşgöller ile Gavur Geçidi arası iki saatlik zamanlarını aldı. Geçide gelince Can, önce geçitteki yola daha sonra da yol üstündeki yamaca baktı. Yamaç olduğu gibi karla kaplıydı. Geçecekleri yolda kar da vardı ama cılga yol belli oluyordu. Pisik Ali’ye döndü:

-Sen sürüyü burada tut, ben karşıya geçip geleceğim. Yolu çiğnememiz gerekiyor. Sakın yola hayvan bırakma.

-Tamam Can.

Atından indi. Oğuz’u önüne aldı. Atının dizginleri elinde yolda yürümeye başladı. Hem kendine hem de atına özen gösteriyordu. Tökezlenerek yuvarlanması her ikisinin de hayatına mal olabilirdi. Yer yer ince karla kaplı yolda ilerlemeye başladı. Cılga yolda gördüğü ayak izleri karşısında şaşırdı. İzler, gittiği yönden kendine doğru geliyordu. Bu dağ başında kim olabilirdi? Gelirken kimseye de rastlamadık, dedi kendi kendine. Mağaranın yanına gelince, geçen yıl yuvarlanması geldi gözlerinin önüne. Mağaranın içine baktı. Karşı yönden gelen izlerin mağara içerisine girmediğini görünce, “Kim olabilir, var bunda bir hayırlısı ama” dedi. Herhangi bir hareketlilik olmadığını görünce yola devam etti. Karşıya geçince durdu, biraz dinlenip soluklandı. Karla kaplı yamaca bir kez daha baktı. Herhangi bir sorun yaşamadan sürünün yanına geldi. 

-Pisik Ali, şimdi ben yine karşıya geçeceğim, bu kez sürüden teker teker arkamdan yollayacaksın. Bir de gözün sık sık geride olsun. Çalılıklar arasında kaybolan kurtlar geri dönüp hayvanlara saldırabilir. Tüfeğin yanında olsun, mecbur kalmadıkça sakın ateş etmeyesin. Yamaçtan çığın kopmasına neden olabilirsin. Hem ben canımdan olabilirim hem de davarların telef olabilir. Çok dikkatli ol.

-Allah korusun Can.

-Dikkatli ol, ben gidiyorum, teker teker arkamdan hayvanları yolla.

Can, az önce gidip geldiği yolda ilerlerken, Pisik Ali de eline hangisi denk gelirse koç ya da keçi yolluyordu. Her yola bıraktığı hayvandan sonra arka tarafa da bakıyordu. Oğuz, Can ve Arap’ın arkasından koç ve keçiler tek sıra halinde Gavur Geçidinden geçiyorlardı. Geçişleri, ipe dizilmiş boncuk taneleri gibiydi. Bir süre sonra Oğuz, Can ve Arap karşı yakaya geçtiler. Arkasından gelen sürüyü karşı yakada toplanmasını sağlıyordu. Çok az koç ile keçi kalmıştı ki, iki kurdun hırlayarak koç ve keçilere saldırdığını gördü Pisik Ali. Tüfeğini eline aldı. Kurtlara doğrulttu. Can, saldıran kurtları görünce:

-Pisik Ali sakın ateş etme… Aliii… Ali… Sakın ateş etme.

Korkudan Can’ın seslenişini duymayan Pisik Ali, art arda silahını ateşledi. Kurtlar bağırtı ile kaçmıştı ama yamaçtan büyük bir gürültü koptu.

-Ne yaptın Pisik Ali? Ben sana ateş etme diye bağırıyorum. Sen beni dinlemeyip ateş ediyorsun. Yazık oldu.

(Devamı var)

YORUM EKLE