Canboğul (55)

Öğleden sonra Ciharlı köyü girişindeki Koca Kaptan’ın evinin önündeydiler. Mahmut emmi, Meryem ana, Ömer ve Selim, Lütfi Ağa ve birlikte gelenleri kapıda karşıladılar. Mahmut emminin elini bir süre tutan Lütfi Ağa, 

-Zorluk çıkarmayasın Mahmut.

-Hele gir bakalım içeri ağam, bir dinlen, soluklan, bakalım kızı veriyor muyuz? 

-Biz buraya çay içmeye gelmedik Mahmut, vermeyecekseniz hemen geri dönelim.

-O da olmaz, kapımıza gelenlere bir ayran içirmeden göndermek ayıp olmaz mı ağa?

-Ben o kadar ayran içtim ki, hem de Zigana’nın buz gibi sularından.

-Bizim ayranımız da soğuktur, Zigana’dan gelir bizim suyumuz.

-Zorluk çıkarırsan, eşer suyunuzu keserim bilmiş ol.

-Kesersin, bilirim kesersin.

Gülüşerek içeri girdiler. Kapı mutfağa açılıyordu. Her iki tarafında birer oda bulunan mutfak yöre mimarisine göre yapılmış, oldukça büyüktü. Mutfağın her iki tarafında ağaçtan yapılmış peykeler vardı. Kapının tam karşısında fırın onun altında ise ocak vardı. Lütfi ağa içeri girer girmez, kavurmanın kokusunu alınca,

-Yanında da pilav vardır değil mi Mahmut?

-Neyin?

-Neyin olacak canım, kavurmanın.

-Ne kavurması ağam, sen hayal görüyorsun.

-Dağların ağası Lütfi Ağa, etin kokusunu almayacak da kim alacak?

-Dünden pişmiş de kokusu mutfağa sindi herhalde.

Lütfi Ağa, yanında Kartal Mustafa, onun yanında ise Mahmut emmi aynı peykeye oturdular. Seher hatun, Kezban ve Meryem ana ise karşı peykeye. Ömer ile Selim ise yan yana alçak iskemleleri tercih ettiler. Ayşe ise kendi odasında tek başına oturuyordu.

-Ağam, bir eksik gelmediniz mi?

-Yok niye eksik gelelim ki?

-Can’ı aradı gözlerim, hani nerede?

-Ha o mu görmediniz demek, Laz Hasan’ın kahvehanesine gitti.

-Niye buraya gelmedi ki?

-Hele kızımızın sözünü keselim, o da gelir merak etme.

Mahmut emmi, Ömer’e:

-Ömer, Lütfi Ağa uzak yoldan gelmiştir. Hem yol yorgunluğu var hem de sıkıntısı. Hele misafirlere birer maşrapa ayran ikram edelim.

-İyi düşünmüşsün Mahmut, gerçekten uzak yol.

Maşrapadaki ayran ağız tadıyla içildi. Lütfi Ağa, elinin tersiyle ağzını sildi. Meryem anaya:

-Sen nasılsın kızım?

-Sağol ağam, iyiyiz hamdolsun.

-Kızımızı göremedik.

-Orada dur ağa, o kadar da uzun boylu değil, diyerek söze girdi Mahmut emmi.

-Nasıl yani?

-Demem o ki…

-Anladım… Bizim uzak yerden gelişimizin bir nedeni var… Can oğlumuz, kızımız Ayşe’yi beğenmiş. Bize de bir görev verdiler… Allah’ın emri, Peygamberimizin kavli ile kızımız Ayşe’yi, oğlumuz Can’a istiyoruz.

Uzun süren bir sessizlik oldu… Herkes birbirine bakıyordu. 

-Ağam, bilirsin, sizlere ömür, bizimki geçen yıl Hakkın rahmetine kavuştu. Biz de vekil olarak Mahmut emmiyi tayin ettik. Onun söyleyeceği her söz bizim sözümüzdür, dedi Meryem ana.

-O zaman işi kolayladık sayılır, değil mi Mahmut?

-Öyle değil ağam, hele bir düşünelim, taşınalım, soralım, araştıralım.

-Neyi araştıracaksın Mahmut, Zigana’da maden araştırması mı yapacaksın?

-Neden olmasın?

-Lafı uzatma da Mahmut de diyeceğini.

-Diyeceğim o ki…

-Yahu ağzından kerpetenle mi laf alacağız, hadi de ne diyeceksen.

-Ben her ikisini de çok iyi tanırım. İkisi de birbirine layıktırlar, verdim gitti.

-Hah şöyle.

Ayşe, kendi odasına açılan kapının arkasından mutfakta konuşulanları dinliyordu. Mahmut emminin “Verdim gitti” sözleri karşısında içi bir tuhaf oldu.

-Senin adın ne delikanlı, sorusunu sordu Ömer’e Lütfi Ağa.

-Ömer.

-Ömer, uşağım git Can’ı kahvehaneden çağır gelsin.

-Can’ın gelmesine gerek yok ağam.

-Var Mahmut var.

-Oturuyor otursun kahvehanede giderken alır gidersiniz.

-Gelsin, kayın validesinin elini öpsün.

-Nişan yapmadık ki el öpsün.

-O da olur Mahmut, o da olur.

Biraz sonra Can, Ömer ile içeri girdiler.

-Çağırın kızımızı da…

-Nasıl yani Lütfi Ağa? Bizim töremizde böyle bir şey yoktur.

-Allah razı olsun hepinizden. Kızı verdiniz de biz de bunu sağlamlaştıralım diyoruz, sen kızımızı çağır gelsin.

Mahmut emmi ile Meryem ana göz göze geldiler. Meryem ana, başını yana eğerek “Sen bilirsin” der gibi oldu.

-Çağırın Ayşe’yi.

Konuşulanları duyan Ayşe’nin bacakları titremeye başladı. Yavaşça odasındaki peykenin üzerine oturdu. Ömer kapıyı açarak:

-Abla seni çağırıyorlar.

Ayşe, elleri önünde utanarak içeri girdi. 

Lütfi Ağa, oturduğu yerden kalktı. Yüzükleri cebinden çıkardı.

-Uzat kızım parmağını.

Uzatılan parmağa yüzüğü takan Lütfi Ağa, Can’ın parmağına da yüzüğü taktıktan sonra:

-Kim kesecek kurdeleyi?

-Ömer kessin, dedi Mahmut emmi.

Selim, makası getirdi, abisi Ömer’e verdi. Ömer, kurdeleye makası yaklaştırdı, araladı, kurdeleye tutar gibi oldu:

-Makas kesmiyor!

-Öyle mi yavrum, Kartal Mustafa, ne diyor delikanlı?

-Makas kesmiyor, diyor ağam.

-Niye kesmiyor?

-Anladım ağam.

Cebinden bir miktar para çıkaran Kartal Mustafa, Ömer’e uzattı. Ömer kurdeleyi yarıya kadar kestikten sonra.

-Makas yarıya kadar kesti ama yine kesmiyor.

-Mustafa amcan halleder yavrum.

-Ben mi yine ağam?

-Evet sen.

-Dağdaki pirzola, kuymak, sütlaç.

-Ne sayıklıyorsun, makas kesmiyor diyor delikanlı.

Kartal Mustafa bir miktar daha para çıkarıp Ömer’e verdi. Bu kez Ömer kurdeleyi keser kesmez, mutfakta olanlar alkışladı.

-Eee, Ayşe kızımıza gelinim diyebilirim, kızım yap bizim kahvelerimizi içip yola koyulalım.

-Olmaz öyle şey, kız istemeye geldiniz, hemen çıkıp gitmek olmaz, ateş almaya mı geldiniz ağam.

-Öyle değil Mahmut, benim değil ama Seher bacımızla Kartal Mustafa’nın yolu uzun, onun için dedim.

-Olsun, hele bir karnımızı doyuralım, kahveleri üstüne içeriz.

-Öyle olsun.

Kara lahana çorbası, kavurmalı pilav ve sütlaçtan sonra Ayşe’nin yaptığı kahveleri içtiler. 

-Şimdi bir kemençemiz olsaydı ne güzel olurdu değil mi Mahmut?

-Ağam, kemençecimiz kahvehanede, ben komşulara öğleden sonra kahvehaneye gelin dedim.

-Bak sen, sen her şey, ayarlamışsın da bizi yokuşa sürüyordun öyle mi?

-Adettir ağam.

-Peki şimdi kahvehaneye mi gideceğiz.

-Evet.

-Bu silah sesleri de ne oluyor?

-Can ile Ayşe’nin nişanını kutluyorlar.

-Eee, biz ne güne duruyoruz, kalkın gidelim.

(Devamı var)

YORUM EKLE