Canboğul (60)

İkindiye doğru Abdal Musa Tepesi’nden batan güneş, tepenin arkasından ikinci kez doğuyordu Avliyana köyüne. Deli Osman, buz gibi akan çeşmenin başında elini yüzünü yıkadı, kana kana içti. Uzayan saçlarını elleri ile arkaya doğru attı. “Can abi gelsin kestirteceğim onları, çok uzadılar. Erkek kısmına uzun saç yakışmaz. Uzun saç kızlarda, kadınlarda olur. Uzun saçlı kız. Örüm örüm örülmüş, beline kadar inen. Var mıdır böyle uzun saçlı kız? Vardır, vardır da ben deli olduğum için bana görünmek istemiyorlar. Bir gün evlenirsem, uzun saçlı bir kızla evleneceğim, saçlarını ben öreceğim. Hele o saçlar bir de siyah olursa. Kara kaş, kara göz. Al al olmuş yanaklar.”

Çeşmenin kenarındaki taşın üzerine oturdu. Kavalını çıkardı. Kılıfını yana bıraktı. Çeşmeden akan soğuk suya tuttu, bir güzelce ıslattı. Gömleği ile kuruladı. Ağzına götürdü, birkaç kez Üfledi. Kavalın deliklerinde parmakları notayı tuttururken acı ve hüzün dolu ezgiyi çalmaya başladı. Avliyana susmuş sanki Deli Osman’ın kavalını dinliyordu. Ezginin birini bitiriyor, birine başlıyordu.

Pisik Ali’nin kızı Türkan, omuzluk omuzunda, yanlarında zincire takılmış kovalarla çeşmeden su almaya geldi. Çeşmenin yanındaki taşın üzerine oturarak kavalını çalan Deli Osman’ı görünce yavaşladı. Deli Osman, gözlerini kapamış ha bire çalıyordu.  Türkan, kovaları omuzundan indirdi. Çeşmenin sulağına kovanın dokunmasıyla çıkan sesle Deli Osman, kendine geldi. Kaval çalmayı bıraktı. 

-Sen miydin Türkan?

-Bendim Osman.

-Kusura bakma geldiğini görmedim.

-Olur Osman, o kadar dalmıştın ki, gözlerin kapalı, başka dünyalarda gibiydin.

-Bazen öyle oluyorum, boşuna deli dememişler bana.

-Yanlış söylemişler Osman, sana Kavalcı Osman demeliydiler. O kadar güzel çalıyorsun ki, saatlerce seni dinlemek isterdim.

-Sahi mi?

-Sahi.

-Çok mu güzel çalıyorum?

-Çok güzel.

-Sen de çok beğeniyor musun?

-Beğeniyorum tabi. Sanki insanın içini okuyorsun?

-Deli derler bana ama bakma sen Türkan. Sevgiden yoksun büyüdüm. Nasıl dertli olmam. Ana nedir bilmem, baba nedir bilmem. Nasıl dertli olmayayım.

-Evlen Osman.

-Kim alır benim gibi deliyi? Ev yok, bark yok. Harabe bir kulübede kalıyorum.

-Alır Osman. Aslında köyün kızları seni çok beğeniyorlar.

-Deme? Sen de beğeniyor musun?

Türkan Cevap vermedi. Kovalarını su doldurdu. Omuzluğu boynuna aldı. Dolu kovaları yandan sarkan zincir halkalarına taktı. Bir iki adım atmıştı ki:

-Soruma cevap vermedin Türkan.

-Hangi soruna Osman?

- ‘Sen de beğeniyor musun?’ soruma.

-Bilmem.

-Söyle Türkan.

-Beğeniyorum Osman, dedi ve hızlı adımlarla yürüdü. Öyle hızlı yürüyordu ki çakıllı yolda, kovalar çalkalanmaya, içlerindeki sular dalga dalga dökülüyordu. Eve vardığında kovalardaki sular yarıya inmişti.

“Pisik Ali’nin kızı Türkan” Uzun uzun baktı Türkan’ın peşinden Deli Osman. O da” beğeniyormuş.” Uzun örgülü saçlar ne de güzel yakışmıştı ona. Az önce hayalini kurduğu kızla karşılaşmıştı. Köyde birkaç kez görmüştü ama hiç dikkatlice bakmamıştı. Kara gözler, kara kaşlar. Al al yanaklar. Belini geçen saçlar. Pisik Ali’nin kızı Türkan. Hayal kurma Osman, boşuna heveslenme. Kız istese de babası vermez. Benim gibi kimsesize, çulsuza kim kız verir. Sonra ailenin tek evladı Türkan. Çok ketumdur Pisik Ali. Sürüsüne ketum olduğu kadar kızına da ketumdur kesinlikle. 

Yavaşça oturduğu taştan kalktı. Kavalını kılıfına yerleştirip cebine koydu. Başı önde kulübesine doğru yürümeye başladı. Silah sesleriyle kendine geldi. Bu Can’dı. Hemen Zülfiye ananın yanına gideyim de şu Alaman beşlisini alıp karşılayayım Can abiyi.

Zülfiye kadın gelini Ayşegül ile kapıda oturuyordu. Osman hemen yanlarına gitti.

-Zülfiye ana, Mustafa amcanın Alaman beşlisini verir misin bana?

-Hayırdır Osman, sen silah tutmasını biliyor musun?

-Tutmaz olur muyum ana.

-Ne yapacaksın amcanın silahını.

-Duymadın mı Can abi geliyor, silah sesleri onun tabancasından geliyor. Karşılayacağım onları.

-Ayşegül arma ile getir ne kadar atarsa atsın Osman, serbesttir.

-Sağol ana.

-Senin düğününde de ben atarım.

-İnşallah ana ama…

-Aması maması yok, sana bir kızı bulup evlendireceğiz seni.

Ayşegül, beşliyi arma ile birlikte Osman’a teslim etti. Evin önündeki çevirmeye Alaman beşlisini dayadı. Hazneye mermiyi sürdü ve ateşledi. Karşı kayalıklarda yansıyan silah sesi, kayalıklardan kayalıklara vuruyordu. Bir, bir daha. Haznede olan bütün mermileri boşalttı. Armadan yeni fişekler aldı. Beklemeye başladı. Kartal Mustafa Can ve Seher hatunla görülünce peş peşe tetiğe bastı. 

-Ulan bu benim Alaman’ın sesi. Kim ateş ediyor onunla. Kime verdi onu Zülfiye kadın? Hadi biz de karşılık verelim Can. 

Önce Kartal Mustafa Şarjördeki mermileri boşalttı. Onu Can takip etti. Onlar atar da Deli Osman atmaz mı? Nasıl olsa kendisinden bir şey gitmiyordu. Beş mermiyi daha art arda ateşledi. 

-Ulan bu bitirecek benim mermileri. Kimdir bu Can?

-Anlamadın mı Mustafa emmi, Deli Osman. Zülfiye ana kıramamış senin beşliyi vermiştir ona.

-Deme? O silah tutmasını biliyor mu?

-Hem de nasıl senden benden daha iyi.

-Vay be, şu Deli Osman’a bak.

Kartal Mustafa, Seher ana ve Can evlerine sapan toprak yola girince Deli Osman beş mermiyi daha ateşledi.

-Ula yeter Allah’ın delisi bitireceksin mermileri.

-Bitsin Mustafa amca, bugünde atılmayacak da hangi günde atılacak?

-Doğru dersin de mermimiz kalmayacak. Dost var, düşman var.

-Ben var iken düşman bir şey yapamaz sana.

Alaman beşlisini Ayşegül’e veren Osman, Can’ın yanına geldi.

-Parmağını göster bana.

Can, elini uzattı, yüzüğü gören Osman:

-Şimdi sıra bende değil mi Can abi?

-Evet Osman, sana da bir kız buluruz.

Osman, Can’ın kulağına:

-Ben buldum Can abi daha sonra söylerim sana.

-Vay, ben burada yokken ne işler yapmışsın Osman?

-Yeni oldu Can abi, kimseye söyleme, darılırım yoksa.

-Söylemem, korkma.

Kartal Mustafa ile Seher ana atlardan indiler. 

(Devamı var)

YORUM EKLE