Canboğul (64)

Köyün çeşmesinde kızlar, kış boyu ocakta ve sobanın üzerinde isten kararan kazanları ve tencereleri yanlarında getirdikleri külle çıkarıyorlardı. Kızlar bir araya gelir de konuşmazlar mı? Biri konuyu açıyor, diğerleri ise konuyu açtıkça açıyorlardı.

-Duydunuz mu kızlar?

-Neyi?

-Kartal Mustafa, Deli Osman’ı evlatlık almış.

-Duyduk duymadık olur mu?

-Deli Osman yaslandı Kartal Mustafa’ya.

-Hem de nasıl.

-Kendi arazisi ile Deli Osman’ın babadan kalan arazisini birleştirdi mi neredeyse köyün yarısı ediyor.

-Hiç sorma.

-Evlendirir de onu.

-Evlendirir.

-Kim olacak kısmetli kız?

-Sen olmazsın herhalde.

-Nedenmiş o?

-Senin yaşın Osman’dan büyük.

-Olsun, daha iyi.

-Baksanıza ata binmiş gidiyor.

-Yakıştı da kızlar.

-Evet.

-Bayağı yakışıkmış kızlar.

-Bugüne kadar neden farkına varamadık?

-Varsan ne olacaktı?

-Ne olacağı var mı, belki birimizi alırdı.

-Önden de Pisik Ali’nin kızı gitti sürüyle.

-Deme kız?

-Babası kasabaya gidince sürü ona kaldı.

-Desene bu iş tamam.

-Hangi iş?

-Pisik Ali’nin sümüklü kızı Türkan ile Deli Osman.

-Olur mu olur?

-Kız güzel, oğlan yakışıklı.

-Yakışırlar birbirlerine.

-Ben bir şeyler duydum ama.

-Ne duydun?

-Geçen gün bu çeşmenin başında konuşmuşlar.

-Senin de her yerden haberin var.

-Boşuna meraklı Asiye demediler bana.

Xxx

Deli Osman, yaylaya yukarı atı tırısa sürüyordu. Karşı yamaca yukarı yaylımda olan koyun sürüsüne gözü ilişti. 

-Yalnız değilmişim, benden başkaları da var. Kim ola ki, bu kadar kalabalık sürü Pisik Ali’de var. Yoksa o da mı buralarda. Görürsek selamlaşırız.

Sürünün yaylımda olduğu yamacın altından geçiyordu ki, Pisik Ali’nin kızı ilişti gözlerine. Heyecanlandı, yavaş yavaş yaklaştı. Türkan’ı görünce:

-Sen misin Türkan?

-Evet Osman.

-Yalnız mısın?

-Evet.

-Yalnız başına niye geldin buralara?

-Ne yapayım, babam kasabaya gitti, sürü de bana kaldı.

-Yalnız gelmemeliydin.

-Birkaç saat otlatıp döneceğim.

Deli Osman, attan indi, Türkan’ın yanına geldi. Heyecanı giderek artıyordu. Gelip yanına oturdu. 

-Sana kaval çalayım mı Türkan?

Osman’ın yanına oturması, onu da heyecanlandırmıştı. Bu yaşına kadar hiç böyle heyecanlanmamıştı. Duyulur bir sesle:

-Olur, dedi.

On- on beş dakika kaval çalan Osman, kavalını kılıfına koyup cebine yerleştirdi.

-Biliyor musun Türkan?

-Neyi?

-Nasıl söyleyeyim bilmem ki?

-Söyle Osman ne söyleyeceksen.

-Ben…

-Evet.

-Ben… Türkan, ben seni…

-Eee.

-Ben seni seviyorum Türkan.

İkisi de sustu. Bir süre konuşmadılar. Her ikisinin de elleri ve ayakları titriyordu. Söyleyecekleri kelimeler boğazlarına tıkanıyor, ağızları kuruyordu. 

Kendini biraz olsun toparlayan Osman:

-Bir şey söylemedin Türkan.

-Ne söylememi bekliyorsun? Ben çoban Pisik Ali’nin kızı Türkan. Sen ise Kartal Mustafa amcanın oğlu Osman. Sizde yer de çok, para da.

-Bırak yeri, parayı, sen yeter ki, ben de seni seviyorum de. Hemen isteteceğim seni. Sana görücü göndereyim mi diye sorayım o zaman Türkan?

-Gönder, dedi ve hemen ayağa kalktı. Yamaç yukarı gittikçe uzaklaşan koyunların arkasından yürüdü.

Deli Osman ise atına atlayıp Dulağası Yaylasına doğru dörtnala sürdü. Durmadan atı mahmuzluyor ve “Gönder” dedi. “Gönder” kelimesi ağzından düşmüyordu. Kulübeye kadar geldi. Atından indi. Önce kulübenin etrafında dolandı. Açık kapısından içeri girdi. “Biraz tamirat yapılırsa bu yaz kalabiliriz burada.” 

Atına atlayıp geri döndü. Belki Türkan yine yolun kenarındadır, diye geçirdi içinden ama öyle değildi. Türkan, koyunlarla birlikte yamacın yukarısındandı. Karşı yakaya geçince atından indi. Bir taşın üzerine oturdu. Cebinden kavalını çıkardı, kılıfını yanına bıraktı. Her zaman ki gibi yanık yanık ezgiler çalmaya başladı.

(Devamı var)

YORUM EKLE