Canboğul (68)

Bal, tereyağı ve kaymağı iştahla yiyen Salih Bey, Kartal Mustafa’ya Osman’ın nerede olduğunu sordu. 

-Atı koşturmaya gitti beyim. Bilirsin Dulağası Yayla yolu güzeldir. O yolda koşturacak.

-Pisik Ali vermemiş kızı öyle mi?

-Öyle beyim, vermedi.

-Ama sen de bir seferde kesip atmışsın, bilmez misin kız tarafı nazlı olur?

-Doğru dersin beyim de “Ben o deliye kız vermem” deyince sinirlerim tepeme çıktı.

-Peki, ne düşünüyorsun, vaz mı geçtin?

-Vazgeçtik sayılır beyim.

-Olmaz, ikisi de birbirini seviyor. Vazgeçemesin. Peki Pisik Ali nerede?

-Bilmiyorum beyim.

Tam da bu sırada Pisik Ali, kızı Türkan ile birlikte koyunlarını yaylıma götürmek için evlerinin önünden geçiyordu. Kahya Kerim’i gören Pisik Ali:

-Hoş geldin kahya, beyim nerede?

-Can’ın evinin önündeki çardakta oturuyor.

Kızına dönerek:

-Kızım, sen sürüyü götür, ben beye hoş geldin diyeyim.

-Peki baba.

Hızlı adımlarla Salih beyin yanına geldi:

-Hoş geldin beyim, böyle habersiz gelinir mi? Mustafa abi ağırlamıştır seni.

-Gel hele Pisik Ali, gel. Hoş bulduk. Gel otur bakayım. Sürüyü yaylıma götürüyorsun herhalde.

-Evet beyim.

-Ne kadar koyun ile koç var.

-Yüz yirmi kadar var, otuzu koç beyim.

-Azaltmışsın.

-Şeyran’dan elli koç istemiştiler Can ile götürdük beyim.

-Güzel.

-Yaylaya çıkmadın?

-Çıkamadık beyim, hala kuzulayan koyunlar var, biraz geç kaldık. Kısmetse yakında çıkacağız.

-Sana bir şey soracağım?

-Buyur beyim.

-Kartal Mustafa ile aran nasıl bakayım?

Biraz duraklayan Pisik Ali:

-İyi sayılır beyim.

-Sayılır, yani o kadar iyi değil demek istiyorsun?

-Biraz öyle sayılır.

-Bak ne diyeceğim sana. Ben bir çoban kız ile evlendim. Herkes bir bey çoban kızla evlenir mi, diye karşı çıkanlar olmuş. Ama bana babam, “Niye bir çoban kıza gönül verdin?” diye sormadı Pisik Ali.

-Doğrudur beyim.

-Osman ile senin kız birbirlerine gönül vermişler, birbirlerini sevmişler. Sevenleri birbirinden ayırmak olur mu? Sonra Kartal Mustafa Osman’ı evlat edinmiş, evine almış. Osman deli olsaydı evine alır mıydı Pisik Ali?

-Almazdı beyim.

-Peki sevenleri ayırmak olur mu?

-Olmaz beyim.

-Birbirlerini sevenlere yardımcı olmak gerekmez mi?

-Gerekir beyim.

-Yani sen şimdi kızını Osman’a vermeye razısın öyle mi?

Pisik Ali, başını önüne eğince:

-Eğme başını Pisik Ali, Kartal Mustafa bir kez daha kızını istemeye gelecek, öyle değil mi Kartal?

-Evet beyim, bir kez daha istemeye gideceğim, Ali’den kızını istemeye.

-Ne kadar güzel, sevenleri kavuşturacaksınız, onlar mutlu, ataları olarak da sizler mutlu olacaksınız, birbirinize daha çok yakınlaşacaksınız.

-Öyle beyim.

-Öyle beyim.

-Eee, sevenleri kavuşturmaya ben de yardımcı olduğum için buradan mutlu ayrılacağım. Beni kırmadınız. Birbirinize de küskünlüğünüz yok. Ne kadar güzel. Hele bana bir çay daha koy Can.

Çayından yudum alan Salih Bey:

-Gelelim sana Can. Düğününe kaç gün kaldı?

-Beş gün beyim.

-Ben de köyden on beş atlı ile düğününüze katılacağım. Siz kaç atlı geleceksiniz?

-Bizden de on beş atlı gidecek beyim.

-Başlarında sen olacaksın değil mi Kartal Mustafa?

-Evet beyim. Sabah çıkacağız yola. Akşama kalmadan da köyden ayrılacağız beyim.

-Biz de size Zermut yol ayrımında katılacağız. Şimdiden söyleyeyim, gelini alıp dönüşte kasabaya girdiğimizde hiç kimse ateş etmeyecek. Çevre binalardan düğünümüze silah atarak katılanlar olabilir. Evlerinden ateş edenler olabilir. Biz hiç karşılık vermeyeceğiz. Anlaştık mı Kartal Mustafa?

Can ile Salih Bey, göz göze geldi. Fatma kızın söylediklerini anımsadı. Ya o kız pencereden ateş ederse? Ya ateş edip Ayşe’yi vurursa? Nasıl karşılık verilmeyecek?

Salih Bey, Can’ın ne düşündüğünün farkındaydı:

-Merak etme Can, düğünde herhangi bir şey olmayacak, düğününü en güzel şekilde yapacağız. Aklından geçen soruları sil.

-Peki beyim.

-İyi oturduk, balımızı, kaymağımızı yedik, çayımızı içtik. Yolumuz uzun, dedi ve ayağa kalktı, merak etme Can, her şey güzel olacak.

-Sağol beyim.

Seher kadın, küçük bir küleği Salih Bey’e uzattı. 

-Bu ne ana?

-Beyim buranın tereyağı güzel olur. İçindeki yağ tazedir. Gülbahar ana da sever taze tereyağını, götürürsen memnun kalırız.

-Ver bakalım ana. Haydin Allah’a ısmarladık.

-Güle güle beyim, yolunuz açık olsun.

Xxx

Osman, atını kulübenin önünde yaylıma bıraktı. Kapının eşiğine oturdu. Güzel yapmışlar tamiratı. Her tarafı yeni oldu. Hayal kurmuştu Türkan kız ile evlendikten sonra kulübede geçirecekti bir yazı. Ama Pisik Ali, kestirip atmıştı “Ben deliye kız vermem” diye. Ben deli miyim? Benim nerem deli? Anasız babasız, şunun bunun elinde büyümek insanı deli etmez de ne yapar? Hep “Deli Osman” diye çağırdılar beni çocukluğumdan beri. Onlar “deli” deyince ben de kendimi deliliğe verdim.

Oturduğu eşikten kalktı. Birkaç adım attı, geriye dönüp kulübeye baktı. “Güzel oldu.” Güzel oldu da ne, içinde Türkan kızla kalmadıktan sonra. İnek besleyecek, koyun keçi bakacaklardı Dulağası Yaylası’nda. Yağ yapacaklardı, peynir yapacaklardı. Fazla olanları satıp para kazanacaklardı. Ellerini arkasına attı, şelaleye doğru yürümeye başladı. Ağustos ayı ile birlikte karlar iyice erimiş, şelalenin suyu azalmıştı. Yürüdüğü yerler bin bir çiçekle doluydu. Hala yeşil ve güzeldi yayla çiçekleri. Sarı, kırmızı, beyazdı. Çiçeklere basmamak için özen gösteriyordu. Şelalenin döküldüğü yere gelince durdu. Hızla akan su, döküldüğü yerde küçük bir göl oluşturmuştu. Elini yüzünü yıkadı. Atı da arkadan kendisini takip etmişti. O da geldi şelalenin oluşturduğu gölden doya doya içti. 

Yaklaşan zil sesine kulak verdi. Dulağası Yaylası’nın içine yukarı bir sürü geliyordu. Arkasında da bir kadın vardı. Dikkatlice baktı. O, evet oydu, gelen Türkan’dı. Sürü gittikçe yaklaşıyordu. Belli ki, koyunlar da susamıştı. Gelenin Türkan olması onu bir kez daha heyecanlandırdı. Bulduğu bir taşın üzerine oturdu. Kavalını cebinden çıkardı, her zaman çaldığı yanık havalardan başladı. Bu kez kavalın sesi daha yanık çıkıyordu. 

Kaval çalmaya o kadar dalmıştı ki, sürü ile Türkan’ın yanına geldiğinin farkına bile varmadı. Çalıyor, çalıyordu. Yanık havanın birini bırakıp, diğerine başlıyordu. 

-Yetmez mi çaldığın Osman?

Gözlerini açtı, Türkan başına aşağı dikleniyordu.

-O kadar dalmışsın ki ne sürünün ne de benim geldiğimin farkında bile olmadın.

-Doğru dersin Türkan, ne yapayım, baban benim “deli” olduğumu söyleyip, seni bana vermedi. Halbuki ben ne hayaller kurmuştum. 

-Ne hayaller kurmuştun de hele bakayım.

-Baksana kulübeyi senin için tamir ettirdim. Yayla zamanı seninle burada kalacak, yaylada hayvan besleyip, yağ, peynir yapacaktık.

-Yapacağız Osman.

-Nasıl yapacağız? Baban seni vermiyor ki.

-Kaçarız biz de Osman.

-Deme, sahi kaçar mısın bana?

-Kaçarım tabi, ben senden başkasına yar olmam.

Tam sohbete dalmışlardı ki, Pisik Ali’nin “Türkan” diye bağırdığını duydular.

-Babam geliyor, ben geri döneyim.

(Devamı var)

YORUM EKLE