Canboğul (8)

Gece yarısından sonra nöbeti devralan Abdullah ile İsmail, sabaha yakın sönmekte olan ateşe yeni çalılar attılar. Sabah olmasına karşın çevreyi kaplayan sis nedeniyle göz gözü görmüyordu. Dışarıda ateşin yandığını fark eden Ayşe, çadırından Oğuz ile birlikte çıktı. Ayşe’yi siste tanımaya çalışan Abdullah:

-Ayşe sen misin?

-Benim Abdullah abi.

-Erken kalktın, uyuyaydın biraz daha.

-Uyanınca daha uyuyamıyorum abi. Hazır ateş de yanmışken çayı koyayım dedim.

-Ne yalan söyleyeyim Ayşe çok iyi edersin.

-Tamam abi hemen demlerim. Ben gölden su alıp geleyim.

Ayşe, elinde kara demlik yanında Oğuz’la gölün kenarına geldi. Gölün üzerini de sis kaplamıştı. Karşı kıyısı görünmüyordu yoğun sisten. Demliğin önce içini iyice çalkaladı. Göle daldırdı, doldurdu, gelip ateşin üzerine koydu. Çadırından çayı koyduğu torbacığı aldı. Yoğun ateşte kısa sürede kaynayan suya yeterince çay attı. 

-Çayı demledim Abdullah abi, ben bardakları yıkayıncaya kadar demlenir.

Ateşin verdiği sıcaklıkla yere oturan Oğuz, bu kez Ayşe ile göle gelmedi. Bardakların yıkanmasını tam bitirecekti ki, akşam gördüğü yırtık elbiseli kadını sisin arasında güçlükle sezebildi. Korktu, dizlerinin bağı çözülür gibi oldu. Bağıracaktı, sesi boğazına kilitlendi. Yırtık elbiseli kadın, duyulacak sesle:

-Ben Can’ımı yitirdim, sen yitirme, der demez sis arasında kayboldu.

Ayşe, donakalmıştı. Kimdi bu kadın? Akşam gördüğüm hayal değildi. Ne demek istedi? “Ben Can’ımı yitirdim sen yitirme” diyerek neden kayboldu? Abdullah’ın sesi ile kendine geldi:

-Ayşe, hani çay?

-Getiriyorum abi.

Çabucak bardakları getirdiği kabın içerisine koydu. Hemen iki bardak çay doldurarak Abdullah ve İsmail’e verdi. Ateşin yanına geldi, bir çay da kendine koydu. 

Önce Mahmut Emmi, ardından Can ve diğerleri çadırlarından çıktılar. Yanan ateşin yanına gelerek ısınmaya başladılar. 

-Çayı da demlemişsin kızım, eline sağlık, dedi Mahmut Emmi.

-Sağol emmim, dedi duyulur bir sesle. 

-Ne oldu kızım, bir sıkıntın mı var?

-Yok emmi, biraz üşüdüm.

-Dikkat et kızım bu yollarda sakın hasta olma.

-Dikkat ederim emmi.

-Yoğun sis var ama biz de elimizi yüzümüzü gölde yıkayıp gelelim Ayşe.

-Ben de bir şeyler hazırlayayım.

Can, bu kez elinde kahvaltılık bir şeyler getirerek:

-Ayşe bu kez kahvaltımızı bunlarla yapalım. Ona göre hazırlarsın, olur mu?

-Hazırlarım. 

Sis arasında gördüğü yırtık elbiseli kadın gözlerinin önünden gitmiyordu. “Ben Can’ımı yitirdim, sen yitirme” ne demek istedi? Bir türlü anlam veremiyordu. Hayal değil gerçekti gördüğüm. Bu dağ başında ne arıyor? Yalnız başına nasıl yaşıyor ne yiyor ne içiyor? Aklımı atlatacağım Allah’ım. Kim bu kadın?

-Kızım çok dalgınsın? Geldiğimizi bile görmedin. Senin bir derdin var da söylemiyorsun. Anneni, kardeşlerini mi özledin? Ben dedim sana kızım, yolumuz hem uzun hem de meşakkatli diye.

-Yok emmi, ondan değil, annemi, kardeşlerimi özlemekten olacak herhalde.

-Bir şeyler de hazırlamamışsın güzel kızım?

-Hemen hazırlarım Mahmut Emmi, sizler oturun.

-Tamam kızım acele etme, zaten sis var, sis açılıncaya kadar buradayız.

Bu kez toplu yaptılar kahvaltılarını kervandakiler. Bazen Dursun, bazen de İsmail durmadan ateşin üzerine çalı atıyorlardı, sönmesin diye. 

Ayşe, dışında kervancılar iştahla kahvaltı yapıyordu. Ayşe ise sadece çay içiyor ve gözü sürekli sisteydi. Yine görünecek mi yırtık elbiseli kadın? Sürekli sise bakıyordu. Durumun farkına varan Mahmut Emmi:

-Ayşe kızım, bir şey yemiyorsun?

-Aç değilim emmim.

-Bu dağ başlarında aç mideyle yolculuk yapılmaz kızım. Rakım yüksek, hava soğuk. Enerjiye ihtiyacımız var. Bak, Can, haşlanmış yumurta getirdi. Herkese birer tane düşüyor. Sen de ye yumurtanı.

-Tamam emmim.

Doğru söylüyordu Mahmut Emmi. Aç karnına bu yollar aşılmaz, hele hava da soğuksa. Birden aç olduğunu hissetti. Yumurtasını soydu, yedi. Can’ın getirdiği helvadan da yiyince ağzı tatlandı. 

-Ayşe, yersen biraz daha helva getireyim.

-Sağol, bu yeterli.

-Getirsin kızım, helva enerji verir. Sen ona bakma, bu köftehorlardan helva çok az kaldı. Sen biraz daha getir Can.

-Hemen Mahmut Emmi.

-Çay bitti mi kızım?

-Bitti emmi.

-Temel, koş demliği gölden doldur getir.

Gelen helvayı bu kez iştahla yedi Ayşe. Gözleri açılır, içi ısınır gibi oldu. “Helva iyi geldi” dedi kendi kendine.

Kalktı, çadırdan çay torbacığını getirdi. Demlikte kaynayan suya çay attı. Kızgın külün üzerine demlensin diye koydu. Kahvaltıyı bitirenler, tabakalarını çıkardı, sigaralarını sardılar. Yine keskin tütün kokusu sise karıştı. 

-Bırakmadınız şu meleti.

-Bu kadar sıkıntısı olan nasıl bıraksın emmim, dedi Abdullah.

-Bu halimize de şükür.

-Mahmut Emmi, akşamdan kalan balıklar var, ne yapayım onları, yol üzerinde durduğumuz yerde yeniden pişiririz değil mi?

-Yok kızım, kaç tane kaldı?

-On tane kadar var.

-Kalanları biz buradan ayrılırken külün içine gömeceğiz.

-Küle mi gömeceğiz.

-Evet.

-Niye emmi, diye şaşkınlıkla sordu.

-Kuşu var, kurdu var, onların da rızkı var kızım.

-Doğru dersin emmim.

Xxx

Öğlene doğru sis kalktı, gökyüzünün maviliği pırıl pırıldı. Bulutların dağılması ve sisin kalkmasıyla güneş ısıtmaya başladı. 

-Mahmut Emmi, toparlanma zamanı.

-Evet, Can oğlum. Önce çadırları sökelim.

Yaklaşık bir saat sonra yola çıkmaya hazırdılar. Yükler yeniden yüklenmişti. Yola çıkılma zamanıydı.

-Ayşe, külü aç, balıkları koy üstünü yine külle kapat.

Bir anlam veremedi ama yine de denileni yaptı. Balıkları küle gömdü. Can önde, Mahmut Emmi arkada, onun arkasında Ayşe olmak üzere yola çıktıkları gibi dizildiler. Bir saat sonra Gavur Geçidi’ne geldiler. 

Can, elini havaya kaldırarak, “dur” işareti yaptı. Geriye döndü:

-Yol temiz görülüyor ama ben yine de bakıp geleyim. 

-Tamam, dedi Mahmut Emmi.

Can, Arap ve Oğuz ile Gavur Geçidi’ndeki yolu bakmaya giderken, Ayşe hem onu dikkatle izliyor hem de uçuruma bakıyordu. Uçurumun bitişinde kar kütlesini görünce şaşırdı. “Hala erimedi. Yoksa Mahmut emmimin anlattığı Can, hala bu karın altında mıydı? Bir Can’a bir de uçuruma bakıyordu. Can yola düşen taşları uçuruma yuvarlamadan yolun kenarına koyuyordu. “Neden yuvarlamıyor ki taşları, doğru hala adaşının o kar kütlesinin altında olduğunu düşünüyor?” Can, Gavur Geçidi’nin tam ortasına geldiğinde durdu. Galeri gibi uzayıp giden mağaranın içine baktı. Heybenin yanında asılı duran küçük torbayı çözdü, mağaranın içine doğru savurdu. Onun bu hareketi Ayşe’yi korkuttu. Bir türlü ne olduğuna anlam veremiyordu. Torbayı atan Can, karşıya geçti. Biraz dinlendi. Atını yol güzergahından çıkararak bodur bir çam ağacına bağladı. Oğuz ile geri döndü. 

-Yol iyi Mahmut Emmi, şansımızdan rüzgar da yok. Ne olur ne olmaz, çıkabilir, durmayalım sırayla karşıya geçelim.

-Tamam Can.

Mahmut Emmi katırının yularını çekerek geçide girdi. Can ise arkadan gidiyordu. Tam yolun ortasına geldiklerinde Mahmut Emmi, elindeki çantayı Can gibi mağaranın içerisine savurdu. Karşıya geçtiler. Can, yeniden geri döndü. Bu kez Ayşe geçecekti karşıya. 

-Haydi Ayşe, sıra sende.

-Yolun ortasında durup elinizde taşıdıklarınızı atıyorsunuz, mağara mı var orada.

-Evet mağara var.

-Peki ne atıyorsunuz mağaraya, hem neden atıyorsunuz?

-Sen bir şey hazırlamadın mı?

-Ne hazırlayacaktım? Hem bana kimse bir şey söylemedi.

Can, geriye döndü, en sonda Dursun’un olduğunu görünce:

-Dursun, hazırladığın torbayı getir. Sen kazma ile küreği al. 

-Olsun Can.

Dursun’un getirdiği torbayı Ayşe’ye veren Can:

-Geçerken mağaranın içerisine savur.

-Bir şey anlamadım.

-Mahmut Emmi anlatır sana Ayşe. Şimdi çek katırının yularını, rüzgar çıkmadan karşıya geçmemiz lazım.

Ayşe, tam yolun ortasına geldiğinde mağaraya baktı. Görünürde bir şey yoktu. Mahmut Emmi ile Can’ın attığı torbalar adeta yok olmuştu. Şaşkınlıkla elindeki torbayı mağaraya savurdu. Bir süre baktı, gelip alan var mı diye. Can, arkadan seslendi:

-Durma Ayşe, rüzgar çıkmak üzere daha karşıya geçecek on iki yük var.

Katırın yularını çekerek karşıya geçtiler. Can:

-Mahmut Emmi, durmaya gelmez rüzgar başladı, birazdan hızını artırır, bir an önce bu yakaya almamız lazım, ben dönüyorum. 

-Tamam Can, biz Ayşe ile buradayız.

Can, sıra ile hayvanlarla yükleri karşıya geçiriyordu. Sona kalan Dursun’a sıra gelince rüzgar hızını artırdı adeta fırtınaya döndü. 

-Arkadaşlar benimle dört kişi gelsin. Bu rüzgarda Dursun’un eşeğini geçiremeyiz. Yükü havalı yük. Onun için yük torbaları elle taşınarak geçirmemiz gerekecek. Can ile birlikte İsmail, Temel, Şükrü ve Cemal, karşıya geçmeyi bekleyen Dursun’un yanına geldiler. Yükleri çözdüler. İkiye ayrıldılar. Yükü biri önde diğeri arkadan tutarak yola çıktılar. Can, Dursun’un eşeğinin yularını aldı:

-Ben çekerim hayvanını, sen kazma ile küreği mağaranın içine atarsın.

-Tamam Can.

Öyle de yaptılar. Fırtınaya rağmen karşıya geçtiler. Yeniden Dursun’un eşeğine yükü yükleyerek, yola çıktılar. Rampayı indikçe rüzgarın hızı yavaşlıyordu. Ayşe dayanamadı sordu:

-Mahmut Emmi, nerede konaklayacağız?

-Şeyran’ın Gersud köyü var orada son konaklamamızı yapacağız. 

(Devamı var)

YORUM EKLE