ÇOCUKLUĞUMDAN

Her yıl okulların kapanmasıyla, babamın kiraladığı bir kamyona, hem göç hem de bir türlü ayrılamadığı arı kovanları yüklenir ve o muhteşem yolculuk başlardı. Malum, ben ve kardeşlerim genelde kamyonun bagaj kısmında olurduk. Hasköy den kalkan kamyon, Seregaz ve Edire den sonra bizim köye ulaşırdı.  Ama elbet bu kadar kolay olmazdı...

Arıların ağızları geceden kapatılır,  kapakları çivilenir ve kamyona gece yüklenirdi... Bu sırada eğer şanslıysanız sadece bir iki ısırılma yaşardınız. Yol gece alınacak,  malum arı kovanları. Kamyonun en arka kısmında ineğimiz ve bazen de yanında yavrusu. Edire yi çıkana kadar, Cangos diki hariç çok ta sıkıntı olmazdı. Edire den sonra çile ki ne çile. Yola zor sığan bir kamyon. Bir de yol üstünden akan suların çamurlaştırdığı zemin. Ve en badireli olan, dar, dik, en az 5,6 manevradan sonra dönülebilen virajlar ki, önde bir arkada bir muavin görevli ki genelde bizden birileri, gel gel!, dur!, yavaş!, diye bağıran en az 2 kişi. Kamyonun bir anda ön tamponu yamaçtaki toprağa değer, geri manevra da kasanın bir kısmı boşlukta. Sadece viraj olsa eyvallah, virajın altı yüzlerce metre uçurum. Her akıl karının gideceği yol değil. Hele bir seferinde, farları arıza yapan kamyonun önünü görmesi için yakılıp önde tutulan lüküs lambası. Aslında mesafe 15 km yok ama seyehat 1,5 saat sürüyor bu yolda. Dünyanın en tehlikeli yollarının arasında idi, hele bir de kamyon ile gidince. 

Genelde gece yarısı köye ulaşılır, arı kovanları indirilir ve yerlerine konur. Ağızlarının hemen açılması elzem.  Ve ahıra çekilen anamın ineği ki, evin bedi bereketi. Sonra göçler... 

Sabahın ilk ışıkları ile eve gelen konu komşu ve hoş geldin ziyaretleri. Köyde kalınacak 4 ay ve sonrası aynı yolculukla geriye dönüş. İşte bu 4 ayda, arılar bal yapacak, otlar biçilecek, yağlar peynirler yapılacak ve en son, turşu, pağla ve kartol faslı ile güz ayı kapatılıp geriye dönülecek. 6,7 sene işte bu yolculuk, yaz başı ve güz sonlarında devam etti. Ne babam aralarından ne anam cins ineğinden vazgeçmedi. Hatta ineği satılırken bazen, yavrusundan ayrılır gibi ağladı çoğu zaman. Şimdi daha iyi anlıyorum seni anne. Zor iştir bizim yörede rençberlik.  Babamın her sene beş on kovan arısı sönerdi (ölürdü). Ama yine oğul verir yine çoğalırdı kovanlar. Bazen de bal vermediğini gördüğümüz arıyı biz böler ve eski kovanına gitmesin diye ata yükler, Hasköy ün yaylasında, babamın ahbabı Havriyalı Kadir amcanın kelifinin üstüne götürürdük.  Üç beş gün sonra da gider alırdık. Elbet her seferinde, Kadir amcanın isli demliği ile çay faslı kaçınılmazdı.

Güz sonu, aynı kamyona, gelen yüklerin yanı sıra, 4 ayda köyde hazırlanan bir sürü içi muhteşem tatlar dolu çuvallarda yüklenirdi. 

Baba evinde yokluk nedir bilmedik şükür. Kavurmalar, tereyağları, peynirler ve neler neler. Anamın yaptığı çeşit çeşit reçeller. Benim gül, abimin incir reçeli favorisi... 

Şimdi hissettim bir an, o gül reçelini ilk ekmeğe bandırıp tadarken, buruna gelen gül kokusunu... 

Ellerin dert görmesin ana. 

Sonra o yol daha rahat olacak şekilde yapıldı ve ben her sene o yolu geçerken, aklımda o günlerin dayanılmaz özlemini ve yaşanan hayatları ve anıları hem duygu dolu hem de kamyonun üstünde ki heyecanlı çocuk gibi hatırlarım. 

Selam olsun. Moksufa, Edire, Seregaz ve Hasköye... Yollarına ve derelerine ve çamur dolu yollarına...

YORUM EKLE