HALEP ve AMAÇ

Harap olmuş şehrin sokaklarından yükselen çığlıklarla arş titriyor görüyorsunuz değil mi? Düşen her bombada yaşlıların, gençlerin, kadınların,  minik bedenlerin parçalanması insanlıktan nasip almış yürekleri dağlarken dişine kan değmiş canavarların iştahını artırıyor görüyorsunuz değil mi?

Gözlerimizden düşen yaşlar ne ki, yüreğimiz ağlıyor. Kesmiş her sokak başını ölüm; yaşlı, genç, çocuk demeden insanları kovalarken bu tablo karşısında çaresizlik ruhumuzu öldürüyor.   Ölüm kusuyor gökler, bombalar altında inliyor şehir…  Binalarla birlikte masum insanların parçalanmış bedenleri etrafa savruluyor, minik bedenler kocaman bina yığıntılarının altında bütün masumiyetiyle kalıyor.  Şehir ki, hayaller, umutlar ölüyor, üzülüyoruz ve üzülmekten kahru perişan oluyoruz.

Ölümün kol gezdiği, viran olmuş Halep sokaklarda yıkıntılar altında kalan sizce sadece insanların bedenleri mi? Tabii ki hayır, asıl yıkıntılar altında can veren bütün insanlığın onuru, haysiyeti ve namusu…   Gel gör ki bu kavramların şeytanın uşaklığına soyunan ve kapitalizmi kendilerine ilah edinmiş olanlar için bir anlam ifade etmediğini ve onlar için içi boş kavramlar olduğunu da bilmekteyim.

Etrafımıza baktığımızda insanlık dramının yalnızca Halep’te yaşanmadığını görüyoruz.  Dünyanın değişik bölgelerinde de yaşanmakta olduğu, ancak daha çok insanlık dramının Orta Doğu coğrafyasının birçok yerinde yaşandığına tanıklık ediyoruz.  Bunun nedeni hepimizin bildiği gibi dini ve ekonomik sebeplerdir. Aslında tarihin sayfalarını çevirdiğimizde de yapılan savaşların en büyük sebebinin dini ve ekonomik nedenler olduğunu görmekteyiz.  Daha önceki yazılarımda bu durumu ayrıntılı yazdığım için bu yazımda fazlaca ayrıntıya girmek istemiyorum.

Ancak şunu belirtmem gerekir ki, Orta Doğuda şeytanın uşaklarının yaktığı bu ateşin asıl yok etmek isteği, bin yıldan beri dünyanın değişik kıtalarında İslam’ın gönül fethini gerçekleştiren ve İslam’ın keskin kılıcı olan yüce Türk milletidir. Zalimlerin yaktığı ateş resmi sınırlarımız içinde değildir, ancak gönül sınırlarımız içindedir.  Ayrıca biliriz ki, ateş gerçek tahribatını ilk yakıldığı yere değil, alevlendiği yere verir.  Niyet, bütün çıplaklığıyla ortadadır.

Büyük Türk milleti, dört bin yıllık acı ve tatlı tecrübelere sahiptir. Yurt edindiği toprağın her karışını inancının gereği olarak kanıyla sulamıştır. Ondandır ki, toprağından çıkan her üründe ve bağrından şarıl şarıl akan pınarlarındaki sularında şehit kokusu vardır.  Bu milletin her çocuğunun şehitliğe özlemi ondandır.

Zalimlerin yaktığı bu ateşi inşallah bu yüce millet Hz. İbrahim’in inancıyla gül bahçesine çevirecektir.
YORUM EKLE