SAYIN DR.MUSTAFA ÇALIK İLE 12 EYLÜL ÜZERİNE...

Yıl dönümünde kısa da olsa şöyle bir ekranlardan 12 Eylül Darbesi izlenimleri geldi geçti. Birde o günleri ciğerlerinde yaşayanlara sormalı. Bu kadar Gündeme ve geçen on günün ardından sağlam kafa ile okunup anlaşılması gereken noktaları sizlerle paylaşmak istiyoruz. Türkiye Günlüğü Dergisi imtiyaz sahibi değerli hemşerimiz Sayın Dr. Mustafa ÇALIK’ı ziyaret bundan önceki zamanlarda ziyaret ettiğimizde tarihi sıcaklığını ve gündemini koruyan 12 EYLÜL DARBESİ üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Aydın gözüyle Sayın ÇALIK 12 Eylül satırbaşları için bakınız neler diyor:

"Konuşmanın hem kolay, hem de zor olduğu meselelerden biride bu 12 Eylül... İnsanlar, ekseriya kabasından" gidip öyle oldu, böyle oldu, bu kadar insan öldü, bu kadarı işkenceden geçti, şu kadarı fişlendi..." v.s diye ortaya konuşuyor; ama hiç kimse kendi şahsını, kendinden saydıklarını konuşmuyor. Dışarıdan bakan, tarafsız bir "saha müşahidi" edası ile "o da oldu, bu da oldu" tarzında aynı şeyleri çevirip söylüyoruz. En mühimi de "zamanın ruhu" na göre konuşuyoruz. Bizim aydın neslimiz, kısm-ı azamıyla ahlaki bir erozyona uğramış durumdadır. Her şeyi çığırından çıkardık. Hiç kimse hakikati konuşmaya kolay kolay yanaşmıyor. Bir yerde bir şey konuşursunuz, bir yayın organına bir şeyler söylersiniz, içinden seçerler, zamanın ruhuna uygun olanı alırlar, asıl lazımlı şeyler atılır metinden. Dolayısıyla bu işlerin suyu çıktı.

Kendimize şunu dürüstçe sormalı değil miyiz: Siyasi hareketlerin, grupların, partilerin, kişilerin darbecilere,12 Eylül'ün katillerine çanak tutan, onların zaten teşne oldukları hukuk tanımazlığı kışkırtan sözleri, eylemleri, çizgileri ne olacak? Onları kimse konuşmuyor; çünkü bir ucu herkesin kendisine de batabilir, o konuşmaların. Ahali nezdinde "Artık askerden başka bu işin altından kimse kalkamaz!" intibaının yerleşmesine hizmet eden siyasi şiddet sadece ve sadece "derin devlet" in provokasyonu mudur? Bu suale herkes namusluca cevap versin lütfen, namusunu kefil göstererek konuşsun.

Bizim askeri geleneğimiz malum, o kötü gelenek hem devleti kendi malı gibi görmüş, hem kendini ülkenin, milletin vasisi gibi...19 asırda bir düzineye yakın askeri darbe veya teşebbüs halinde akim kalmış darbe planı var.Böylesine kadim bir problem, yalnız bir tarafın hatalarının, niyetlerinin eseri olamaz, bunu görmemiz lazım. Bütün ihtilallerde, darbelerde, cuntaların oluşumunda, askerlerin yanında veya arkasında onlarla işbirliği yapan aşağılık, kirli cuntaperest siviller vardır.Ekmediği yerden iktidar ve saltanat biçmeye teşne sivil ortaklar ve şakşakçılar vardır. Bakın etrafınıza bunlardan bir yığınını göreceksiniz. Bakın ki 12 Eylülcülere dalkavukluk eden medya kodamanlarının kaç tanesi veya hangileri bu gün ne diyorlar cuntalar hakkında, bahasuz 12 Eylül hakkında? Demokratlığı paçalarından akan hangi yazar, gazeteci-yazar-, araştırmacı-yazarlar,27 Mayıs'ı,12 Mart'ı,12 Eylül'ü nasıl karşılamışlar, nasıl uğurlamışlar ve şimdi nasıl yadediyorlar? Bunun bile envanterini çıkarabilsek Türkiye'nin aydın profili de sosyolojisi de psikolojisi de bir hayli aydınlanmış olur. Bu gün ki siyasi kadronun yaptığı her şeyin bazı cenahlarca hiç birinin beğenilmeyişinin arka planında böyle bir yaralı-bereli okur-yazar zihniyeti var.

Bu gün, askeri-sivil ilişkilerinin düzeltilmesi için çok sancılı bir süreç devam ediyor, ama mevcut iktidar kararlı bir şekilde sürekli ileriye götürüyor süreci, ta ki adam gibi bir demokraside nasıl olursa asker-sivil münasebeti, öyle oluncaya kadar... Bu da memnuniyet duyulması gereken bir tavır bence... Bir kaç yıldan bu tarafa başta anayasa değişiklikleri ve cunta takip ve yargılama operasyonları olmak üzere hayırhah işlere cesaret edildi. Daha devlet protokolündeki cunta tesirlerine, izlerine ise yeni geliyor sıra...

Ben 12 eylül günü hayattaydım,24 yaşındaydım.70'li yıllardaki dağdağanın daima ve boğazıma kadar içinde idim; ama 12 eylül günü, bu gün ağlayanların çoğu sevindiler, bayram ettiler hatta...12 eylülde işkenceye maruz kalanlardan bir çoğu da malum, daha sonra, bunu herhalde bir siyasi akıl zannederek cellatlarına münafıkça ilan-ı aşk ettiler. Neyi konuşacaksınız böyle bir vasatta? Alın işte, bir travmanın envanterinde bakın neler çıkıyor? İçerisinde trajedi de var, komedi de var hokkabazlık bile var...

Mamak'ta, Metris'te, Diyarbekir'de, daha birçok yerde, hapishane, nezarethane, karakol... İşkence yapan adamlar, askeri üniforma ile işkence yapan adamların çoğu yaşı gelip askere giden Mehmetler, Ahmetler, Aliler... İlkokul mezunu çoğu; ama bunlara o emirleri veren adamların bir kısmı hala resepsiyonlara davet edilmiyor mu?

Kestirmeden bir şey sorayım:

Kenan Evren yarın ölse, mesela, bu ülkede bu adama devlet töreni yapılacak mı yapılmayacak mı?


Bu hayati bir sualdir bence ve bunu iktidardakilere sormak istiyorum. Cevabının da kendisi ölmeden verilmesi lazım, öldükten sonra başka münafıklar başlar, yok vefa, yok ölüye saygı gibi bu meselenin aslı ile esası ile alakasız bir yığın zevzeklik örter işin üstünü...

Medyamız, hadiselerin yıl dönümünde beraat edenleri suçlu sandalyesine, mahkûm olanları da tanık sandalyesine oturtup, ardından da paşa paşa analiz yapıyor. Medya başta olmak üzere Türk aydınlarının hadiseleri ve kişileri değerlendirme kriterlerinin başında şu geliyor; Bu iş bize mi yaramıştı öbürlerine mi, bu adam bizden mi onlardan mı? Asıl kaygının bu olduğu bir aydın kamuoyunun hakikat saygısı olmaz; topluma da hizmet edemez, vicdanları da temize çıkamaz."

Sayın ÇALIK'a söyleşi için teşekkür ediyoruz.

Allah bu ülke insanına bir daha 12 Eylül'ler göstermesin.(Amin)

Saygılarımla.
YORUM EKLE