Gelincik Taşları Efsanesi (15)

Çoban Ali, sabah erkenden kalktı. İki gündür yaylıma götürmediği sürüyü muhtar İhsan’ın önerdiği Kankana Yaylasına yukarı yaylıma götürecekti. Anası Kezban hatunun hazırladığı kahvaltısını acele ile yaptı. Babası Topal Ömer ise hala uyuyordu. 

-Ana, Alaca ile Karaca’nın yemleri hazır mı?

-Hazır, kapının önüne koydum.

-Bugün, Kankana’ya çıkaracağım sürüyü muhtar emmi öyle istedi. Zaten şunun şurasında yirmi gün daha sürüyü güdeceğim. Halilli’den başlayarak sürüyü toplayacağım. Geçerken bizim koyunları da katarsın.

-Tamam Ali’m.

Sofradan kalktı. Alaca ve Karaca’yı çözdü. Anasının kapı önüne koyduğu yem torbasını aldı. Mezarlık yolunu takip ederek mahalleye indi. Cevriye kız çoktan azık çantasını hazırlamıştı. Çoban Ali’nin gelmesini dar gözle bekliyordu. Koyunları çıkarmadan azık çantasını verdi.

-Bugün ne tarafa?

-Kankana’ya.

-Orman yaylımı bitti mi?

-Bitti.

-Sevgilini özlemeyecek misin?

Ali, cevap vermedi. Koyunları önüne kattı. Rukiye, Seher ve Muteher de koyunlarını çıkarmıştı. Onları almak için yöneldiği sırada:

-O sürüyü su içirmeden dereden geçiremeyeceksin. Aptal olma. Aklını başına al. Bu köyde o kadar bekar kız varken elin yabanı ile ne işin var. O köyden bu köye daha bir tane gelin gelmemiştir. O kız sana hayır getirmez. Şimdiden belli oldu ne olduğu. Kafasız!

Arkasından konuşulanlara kulak asmayan Ali, diğer koyunları da alarak Kadarahti Deresinden yukarı sürdü. Zil seslerini alan Orta Mahalle kızları ise iki gözlü çeşmenin başında Çoban Ali’yi bekliyorlardı ahırlardan çıkardıkları koyunlarla. 

-Ali, bugün ne tarafa? Halilli’den başladığına göre ormandaki yaylım bitti herhalde, dedi Münevver.

-Bitti. Yirmi gün kadar Kankana’ya yaylıma götüreceğim.

-İşte bu olmadı.

-Neden olmadı?

-Yirmi gün o kızı görmeden nasıl duracaksın? Kız yolunu beklemeyecek mi? diye soran Fatma’ya cevap vermedi. Koyunları alıp Cami Mahallesine geldi. Köyün koyunlarının tümünü aldıktan sonra Esirahdos’a sürdü. Alaca ile Akkoç en önde o ise Karaca ile birlikte sürünün arkasındaydı. 

Son yağan yağmurla otlar yeniden yeşermişti. Sürü iştahla otluyordu. Kendisi bir taşın üzerine oturdu. Gözünü Çit Düzüne çevirdi, baktı baktı. Görünürde bir şey yoktu. Olsa bile bu uzaklıktan tanıması mümkün değildi. Bir süre oturduktan sonra ayağa kalktı. Karaca’yı geride bırakarak sürünün önüne geçti. İyi ot vardı. Bugün yaylaya çıkmasına gerek yoktu. Sürü Ziridanın Deresine girmesin diye Kafullar’a doğru çevirdi. Kafullar ve Hıdır Mezarındaki yaylım birkaç gün sürüyü idare eder diye düşündü. Öğlene doğru Hıdır Mezarına geldi. Orta Mahalleye Filerin Deresinden su götüren harklarda sürüyü içirdi. İmamların tarlasında dinlenmeye bıraktı. Acıktı ama iştahı pek yoktu. Rumların yaptığı üstü yarı kapalı havuza su veren gözenin başına geldi. Alaca ve Karaca’nın yemlerini her zamanki gibi eşit dağıttı. O da Cevriye kızın verdiği azık çantasını açtı. Yine börek yapmıştı Cevriye kız. Yedikçe iştahı açıldı. Güzelce karnını doyurdu. Kalan azığını toplayıp çantasına koydu. Gözü yine Çit Düzündeydi. Acaba gelmiş miydi Gülşah? Kaval çalsam kavalımın sesi gider mi oraya kadar. Omuzuna asılı kavalını kılıfından çıkardı. Yanık bir ezgi çalmaya başladı. Çaldıkça çalası geliyor, kavalına olanca nefesiyle üflüyordu. Akkoç, yanına geldi. Kırk santime varan boynuzları ile muhteşem görünüyordu. Kavalını kılıfına koydu, kulak kabarttı. Belki Gülşah kavalının sesini duymuş, o da karşılık vermek için çalabilirdi. Bir süre bekledi. Gözleri Çit Düzündeydi. Kulak kabarttı. Bu gelen Gülşah’ın kaval sesiydi. Bir süre sonra sustu. Karşılık vermek için kavalını yeniden kılıfından çıkarıp çalmaya başladı. Zaman, karşılıklı kaval çalmakla hızlı geçti. 

Oturduğu yerden kalktı. Gülşah’ı Çit Düzüne gelmişti. Mutluydu. Sürüye otlama havası çaldı. Koyunlar birer birer ayaklandı. Geldiği yöne çevirdi sürünün başını. Sabahtan bu yana unuttuğu bir şey vardı ama bir türlü hatırlamıyordu. 

-Ne yaptım ben? Kamil ile diğerlerine yapacakları çevirmenin yerini gösterecektim. Nasıl unuttum? Her ne ise yarın sabah gösteririm.

Xxx

Topal Ömer, Ali çıktıktan kısa bir süre sonra uyandı. Sol dizi çok ağrıyordu. Ağrısı adeta yüreğine işliyordu. Topallaya topallaya çardağa kadar geldi. Zorla oturdu. Dizini ovalamaya başladı.

-Ne o çok mu ağrıyor?

-Hiç sorma hanım, son zamanlarda ağrısı iyice arttı, ne yapacağımı bilmiyorum. Kalçam sanki benim değil.

-Çok akılsızlık ediyorsun, gitsene doktora. Bir baktır belki çaresi vardır. Hiç değilse vereceği ilaçlarla ağrısı geçmese de hafifler.

-Doğru dersin. Bu hafta kasabaya gitmeyeceğim. Dinleneceğim. Artık kaldıramıyorum. Başımın etini yiyorlar. Nereden öğrendik şu Osmanlıcayı? 

-Etme bey. Hem bedava yapmıyorsun. Yaptığın iş çok güzel. 

-Güzel olmasına güzel de yaşlandım.

-Oğlanı everelim, bırakırsın, daha çalışmasın.

-Evermek mi? Akılsız oğlumuzu mu? Bu gidişle o evlenemez. O sürü, dereden su içmeden karşıya geçirirse alnından öpeceğim.

-Merak etme geçirecek.

-Hanım akıl var mantık var. Avuç dolusu tuzu yiyen bir koyunun içi yanar çıkar, hele de hava güneşli ise. Hele hele öğlen vakti ise.

-Sudan geçirecek.

-Sen de oğlun gibisin. Odunlarım deyip duruyorsun.

-Neden sen de inanmıyorsun? Ben inanıyorum.

-İyi. Göreceğiz. 

-Geliyor.

-Kim geliyor?

-Kim olacak muhtar. Duymuyor musun, boğazını temizleye temizleye geliyor.

-Gelsin gelsin. Oturur iki kelam ederiz.

-İyi, siz oturur, ben bostana gidiyorum, birkaç evlek çıkmamış patates kalmıştı onları çıkaracağım.

Muhtar İhsan, Kezban hatunun dediği gibi evin çevirmesinden içeri girdi. Hala burnunu çekiyor, boğazını temizlemeye çalışıyordu.

-Gel muhtar gel. Hoş geldin. Gel otur. 

Muhtar selam verip Topal Ömer’in karşısına oturdu. Kezban Hatun, fırın evinden kazma ile çıktı. 

-Hoş geldin muhtar.

-Hoş bulduk. Nereye kazma ile?

-Bostanda birkaç evlek çıkmamış patates vardı onları çıkaracağım. Çayı demledim, siz alır içersiniz. Ben gidiyorum.

-Kolay gelsin.

Kezban kadın kazmayı omuzuna ip ve torbaları eline alarak Orta Mahalledeki bahçenin yolunu tuttu. Yaşının ilerlemesine karşın hala bağ, bahçe ve bostanda iş görebilecek dinçliği vardı. Gençlik günlerindeki gibi çalışmıyorsa da kendi işlerini başkalarına bırakmıyordu.

-Şu karılar olmazsa biz ne yapardık muhtar? Her işe koşuyorlar. Yemek, bulaşık, çamaşır, bağ, bahçe, bostan işleri. Kadirlerini bilmek lazım. Onlar olmazsa vallahi de billahi de bizim işlerimiz haraptır harap.

-Doğru dersin. Sabahtan akşama kadar dur durakları yok. 

-Çay olmuştur, benim bacağım ağrıyor. Doldur iki bardakta al gel içelim.

Muhtar çayından bir iki yudum aldıktan sonra:

-Ömer abi sana bir şey soracağım aslında.

-Sor muhtar.

-Belki duymuşluğun vardır. Başbakanlıktan bir yazı gelmiş.

-Köy yolları ile ilgili.

-Evet. Geçen kaymakam bütün köy muhtarları ile bir toplantı yaptı. Devlet her türlü desteği verecek ancak köylülerin de yol yapımından çalışmalarını istiyor.

-Doğru. Her işi devletten beklememek lazım.

-Doğru dersin de ben şimdi bizim köyden kime diyebilirim yolda çalışacaksın diye.

-Diyeceksin muhtar, niçin muhtar seçildin. Böyle işleri çözüme kavuşturmak için. Köyde bir sürü genç var. Avare avare gezeceklerinden varsın köy yolunda çalışıp bir işe yarasınlar.

-Diyorum ki, Kel Celal’in kahvesinde bir toplantı düzenlesem, sen de katılıp bana destek olsan.

-Olur muhtar. İstersen hafta sonu tatiline getir de katip Temel ile tapucu Sebahattin ile öteki tapucu Salih de katılsın.

-Daha iyi. Ben her eve haber yollayayım. Önümüzdeki pazar günü kahvehanede toplanalım.

-Olsun muhtar.

-Çay güzel oldu, ben birer tane daha doldurayım.

Muhtar İhsan ikinci çayları masaya koydu.

-Sahi o iş ne oldu ne yapacaksınız?

-Hangi iş muhtar?

-Ali’nin. Ben bugün ormana oduna gittim. Kamil onlar, köprünün kenarında çalışıyorlardı. Sordum ne yapıyorsunuz diye, onlar, çevirme yaptıklarını söylediler. Koyunlara tuz yalatmak için.

-Doğru. Dün geldiler, Ali’ye yardımcı olmak için. Biz yaparız dediler çevirmeyi. Ali de olsun dedi.

-Ne dersin başarabilecek mi?

-Neyi?

-Su içirmeden sürüyü karşıya geçirmeyi.

-Başaracağım diyor. Ben doğrusunu istersen kızı gözüm tutmadı. Güzel, hatta çok güzel ama ne bileyim işte gözüm pek tutmadı.

-Benim de.

-Umarım geçiremez de bu köydeki kızların biriyle baş göz ederiz.

-Öyle deme gönlünü vermiş ona bir kere, dua edelim de geçirsin. Yoksa bir daha iflah olmaz.

-Onu da doğru dersin.

-Haydi bana müsaade. Bizim hanım da dere kenarındaki bostana gitti gelinle patates çıkarmaya. Gideyim de yardımcı olayım onlara.

-Olsun muhtar.

Muhtar da kalkınca Topal Ömer iyiden iyiye yalnız kaldı. Bugün hafta başı çalışması gerekiyordu ama içinden hiç çalışmak gelmiyordu. Hem bir hafta ahşap bir evde yalnız başına kalmak hiç de hoşuna gitmiyordu. Şu oğlanı evlendirsek, alacağım Kezban hatunu ineceğim kasabaya. Köy işlerini de onlara bırakırım. Hiç değilse hem hanım hem de ben biraz rahat ederiz ömrümüzün son günlerinde. 

(Devamı var)

YORUM EKLE