Çamur Dağının Kızı (12)

-Hayriye benim herife bir şeyler oldu.

-Benimkine de kız Naciye.

-Ahırı temizliyor, hayvanları tımar ediyor. 

-Çeşmeye omuzlukla suya gidiyor.

-Çocuklara masal anlatıyor.

-Geçen günü ne oldu biliyor musun Fikriye?

-Ne oldu kız, hele anlatsana.

-Benimki sabah namazına kalktı. Namazdan sonra çayı demledi. Sofrayı kurdu. Kümesten aldığı yumurtalar ile tavada yumurta yaptı.

-Deme kız, erkek kısmı ne anlar tavada yumurtadan?

-Askerde öğrenmiş.

-Vallahi helal olsun. Koca Çavuş Dede ile yaptıkları toplantıdan sonra benimkinde büyük bir değişiklik oldu.

-Benimkinde de.

-Benimkinde de kız.

-Her işte yardımcı oluyor.

-Aynen öyle.

-Sabah kalktı. Oğlan okula gitmek için hazırlanıyordu. Kız, kıskançla kardeşine bakarken, “sen niye hazırlanmıyorsun” diye sormaz mı? Kız çocuğunun okula gitmesine karşı çıkan benim herif, “Hadi kızım hazırlan, kardeşinle okula gideceksin” demez mi?

-Koca Çavuş Dede’den Allah razı olsun.

-Amin deyin kızlar.

-Amin.

Zeynep de Çamur Dağına köyün erkekleri tarafından yük hayvanlarının gidip gelmesi için yapılan yoldan çok memnundu. Kadrinur ana artık sırtında toprak taşımayacaktı kendisi gibi. Toprak dolu torbanın altında inlemeyecek kan ter içerisinde kalmayacaklardı. Dağı çıkmak da bir mesele inmek ise başka bir meseleydi. Dimdik Çamur Dağını tırmanmak ölümüne geliyordu kendisine. Hele sırtında toprak dolu torbayla dağı inmek ölümden de beterdi. Dizlerinin bağı çözülüyor, takat kalmıyordu. Toprağı artık erkekler getirecekti ama ailede bir anası bir de kendisi olduğu için iş başa düşüyordu. Olsun, kardeşi, abisi gibi sevdiği, çocukluktan beri birlikte büyüdüğü muhtar İsmail’in oğlu Ömer ile birlikte gider birlikte döner. 

-Ana bu sefer sırtımızda toprak getirmek olmayacak. Artık eşeklerle, katırlarla getireceğiz. Dağın bu yamacına olan yol bitti, şimdi de diğer yamacına yol yapılıyor. Bir iki gün içerisinde bitirirler.

-Allah razı olsun yapanlardan. Ne diyorum Zeynep biliyor musun?

-Ne diyorsun ana?

-Bizden dağda çalışan yok. İki sini börek yapalım, yarın sen götürüver komşulara yesinler.

-İyi düşünmüşsün ana, çok da iyi olur.

-Akşamdan malzemelerini hazırlayalım, öğlene doğru yaparız, alır götürürsün, sıcak sıcak yerler.

-Tamam ana. 

Ana, kız arasında geçen bu konuşmadan her ikisi de mutlu oldular. 

-Ana.

-Söyle.

-Öğretmen Cemal okuldan gelmek üzere, bir çay demlesek mi acaba?

-Ne oluyor Zeynep, taktın öğretmene kafayı.

-İyi çocuk ana, çok da terbiyeli. Güzel ahlaklı.

-Gitsin Çemiş Hasan’ın kahvesinde içsin.

-Orası paralı ana, onun kafası yorulmuştur, çocuklarla ilgilenmekten, çay içerse biraz dinlenmiş de olur.

-Olsun bakalım ama, bu kadar samimiyet çok fazla, yarın köyde dedikodu çıkarsa önünü alamayız, bilesin.

-Biliyorum ana. Dedikodu olacak bir şey yapmıyoruz ki, kapı komşumuz. Muhtar emmi de buradaysa onu da çağırırız.

-Bak öyle olur.

Zeynep, evin önünde iki düzgün taştan kurulu ocaktan demliği aldı. Güzelce su ile çalkaladı, doldurdu. Sönmek üzere olan ateşe çalı kırarak koydu. Derin nefes alarak üflemeye başladı. Kızışan çalılar alıştı. Birkaç tane kalın çalıyı da yanan ateşin üzerine koydu. Suyun kaynamasını bekledi. 

-O şimdi acıkmıştır da biraz tereyağı ile peynir de çıkar bari.

-Olur ana.

Su kaynayıncaya kadar, mutfaktan aldığı sofrayı kapı önüne kurdu. Tereyağı ile peyniri koydu. İnce dilimler halinde kestiği ekmeği de unutmadı. İçeriden dört tane de çay bardağı ile şekeri de alarak sofranın üzerine koydu. Demlikteki suyun kaynadığını görünce her zamanki miktar kadar çay attı. Yanan çalıların külünü biraz kendine doğru çekerek demliği külün üzerine devrilmeyecek şekilde yerleştirdi.

Kadrinur ana, kızının büyük bir heyecanla sofrayı kuruşunu, çayı demleyişini, yenilecek olanları hazırlamasını alttan alttan bakarak takip etti. İçinden bazı şeyler geçti ama “Umarım öyle değildir” dedi kendi kendine. Zeynep, Cemal öğretmene gönül verirse ne yapardı? Cemal öğretmen başka yerdendi. Köyden dışarıya kız vermek yoktu. İlla da ısrarcı olunursa Çamur Dağının her iki yakasından ağzına kadar toprak dolmuş olan on torba toprak getirmek zorunda. Bugüne kadar başka köylerden çok sayıda delikanlı aşık olduğu kızlar için toprak taşımaya kalkıştılar ama hiç biri başarılı olamamıştı. Ya yolda düşüp kaldılar ya da bırakıp gitmişlerdi. En son Edire köyünden kara yağız bir delikanlı sekiz torba dolusu toprak getirmiş, dokuzuncu torbayı getirirken yolda kalbi durarak hayatını kaybetmişti. Kara yağız delikanlının ölümü köylüleri süregelen töreden vazgeçirememişti. 

Kadrinur anayı çorap dokurken, Zeynep’i de ocağın başında otururken gören Cemal öğretmen:

-Ana kız küs müsünüz de ayrı ayrı oturuyorsunuz.

-Olur mu öğretmen evladım. Zeynep, öğretmen okuldan şimdi gelir diye çay ile bir şeyler hazırladı.

-Niye zahmet ettiniz ana?

-Ne zahmeti evladım, gel hele, otur biraz dinlen.

-Hoş geldin, dedi Zeynep.

-Hoş bulduk. 

-Sen otur, bakayım muhtar amca evde mi onu da çağırayım.

-İyi olur.

Zeynep, biraz sonra muhtar İsmail’in oğlu Ömer ile geldi.

-Muhtar amca yoktu, oğlu Ömer abi vardı, ben de onu çağırdım. Buyurun sofraya.

Zeynep, çayları doldururken Cemal öğretmen ile Ömer de sofranın çevresine konulan ağaç iskemlelere oturdular. Doldurduğu çayları sofraya bıraktı:

-Afiyet olsun, buyurun.

-Siz?

-Biz öğle yemeğini geç yedik tokuz evladım, siz buyurun.

-Çay için bari.

-İçeriz, siz bize bakmayın.

Çaylarını içmeye başlamıştılar ki Çemiş Hasan’ın küçük kızı Sultan, koşarak yanlarından geçti. Muhtar İsmail’in kapıya varınca:

-Muhtar emmi! Muhtar emmi, diye bağırmaya başladı. Yemeği bırakan Cemal öğretmen ile Ömer, hızlı adımlarla Sultan’ın yanına geldiler.

-Ne oldu kızım, niye sesleniyorsun muhtar amcana?

Sultan, gözleri yaşlı, hıçkırarak:

-Babamı dövdüler öğretmenim, babamı dövdüler.

-Kim döver babanı kızım?

-Bilmiyorum öğretmenim.

-Ağlama kızım, hadi gel gidelim babanın yanına, muhtar amcan yok, haydi birlikte gidelim.

Öğretmen ve Ömer, kahvehanenin önünde Çemiş Hasan’ı oturur buldular. Ağzı burnu kan içerisindeydi. 

-Ne oldu sana Hasan emmi, diye sordu Ömer.

-Çamur Abbas’ın oğlu Bedrettin ile yanında Kalas Halil’in oğlu Selim ile Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir, kahveme geldiler. Çay verdim onlara. Bana ileri geri konuşmaya başladılar. İçtikleri çayların bardaklarını yere atarak kırdılar. Masa ve sandalyeleri dağıttılar, kırdılar. Müdahale edince de üçü birden bana saldırdı. Bu hale getirdiler beni.

-Önemli bir şeyin yok ya?

-Yok iyiyim, karnım çok ağrıyor. İkisi tuttu, Çamur Abbas’ın oğlu durmadan vurdu.

-Bunlar gittikçe azıtıyorlar öğretmen bey, geçen günü de babamı tehdit etti Çamur Abbas.

-Konuyu jandarmaya bildirmek gerek.

-Gerek yok, dedi Çemiş Hasan, mahkeme kapılarına gidip gelemem ben. Onların aradıkları da o. Ben mahkeme kapılarına gidip geleyim, kahvehanem kapalı kalsın. Onların aradığı da bu öğretmen bey.

Karısının getirdiği temiz bez ve sıcak su ile yüzündeki kanları sildi öğretmen Cemal. 

-Dişimi kırdılar. Ben bunun öcünü onların yanına koymam.

-Olmaz, dedi öğretmen, yapacağın tek şey konuyu jandarmaya bildirmek. Haneye tecavüze girer Hasan emmi, çok ceza alırlar.

-Cezalarını ben veririm. Beni tedbirsiz yakaladılar.

-Sen bilirsin ama ben cezalarını kanun versin derim. 

Onlar konuşa dursunlar, Çamur Abbas’ın büyük oğlu Hüsamettin, atının dizginleri elinde önlerinden geçerken:

-Ne oldu Çemiş Hasan? diye alaylı alaylı sordu.

-Ne diyorsun sen? der demez ayağa fırladı, öyle bir yumruk kondurdu ki Hüsamettin’in burnuna, Hüsamettin neye uğradığını şaşırdı. İki eli ile burnunu kapattı.

-Burnumu kırdın.

-Bu daha bir şey değil, çekeceğiniz var elimden. 

Bir daha vurmak istedi ama öğretmen ile Ömer engel oldular. 

-Haydi sen de çek git, dedi Ömer.

-Bunun hesabını çok ağır ödeyeceksin Çemiş Hasan.

-Bildiğinizden geri kalmayın. Bir daha yanımdan yöremden geçerseniz kırılmadık kemik bırakmayacağım.

-Görüşeceğiz.

-Görüşeceğiz. 

Hüsamettin uzaklaştıktan sonra, öğretmen Cemal, merakla sordu:

-O nasıl yumruktu Çemiş Hasan, bir vuruşta adamın burnunu kırdın.

-Sizlere dua etsin. 

-Nereden öğrendin tek yumrukla insanı tuş etmeyi.

-Askerde… Komutan alaydan on asker seçmişti. Onlardan biri de bendim. Bizlere dövüş tekniğini öğrettiler. 

-Vay be, duydun mu Ömer?

-Duydum duydum. Benim gözüm de korktu Çemiş Hasan’dan.

-Çok sağ olun, ben içeriyi düzelteyim. Akşama dönerler Çamur dağından bizimkiler. Hazırlığımı yapayım.

-Tamam bizim de çaylarımız yarım kalmıştı, Ömer ile gidip çaylarımızı içelim.

-Güle güle gidin. Beni merak etmeyin.

Öğretmen ile Ömer yolda Çemiş Hasan’ın, Çamur Abbas’ın oğluna savurduğu yumruğu konuşarak Kadrinur ananın yanına geldiler. Sofra hala kurulmuştu.

-Ne oldu öğretmen oğlum?

-Çamur Abbas’ın oğlu, Çemiş Hasan’ı dövdüler, kahvehanesine zarar verdiler.

-Bak sen şu işe ne istiyorlar adamcağızdan?

-O da boş durmadı. Çamur Abbas’ın büyük oğlunun burnunu kırdı, bir vuruşta.

-Oh olsun.

(Devamı var)

YORUM EKLE