Paşa'nın Petekliği (20)

Ne zaman yapıldığı bilinmeyen köyün pağarı, omuzluk ve kovalarla gelen kızların dedikodu yeriydi. Öğle ve akşam saatlerinde çeşme başında toplanan genç kızlar kendi aralarında dakikalarca sohbet edip gülüşüyorlardı. Çavuş emmi en çok da kızdığı kızların gülüşleri oluyordu. Bazen de elinde sopa ile kızları kovalamak zorunda kalıyordu. Karısı Gozinin Yeter ise kocasına bu davranışından dolayı kızıyordu. 

-Yahu hatun, toplanıyorlar çeşmenin başına, kahkahanın beşi bin para. O yetmiyormuş gibi şunun bunun dedikodusunu da yapıyorlar.

-Sana ne be herif, seni ne ilgilendiriyor. Rahatsız olacaktın neden evi pağarın yakınına yaptın?

-Bu ev babamdan kaldı bilmiyor musun be kadın?

-O zaman sesini çıkarma. Rahatsız oluyorsan, git Aras yoluna doğru, yürü biraz. Nedir oturduğun yerde kalıyorsun?

-Bizde yürüyecek hal mı kaldı be hatun, kalkabiliyor muyum oturduğum yerden?

-Kızları kovalamak için kalkabiliyorsun.

-Bakma, dayanamıyorum, can havli ile kalkıyorum.

Çavuş emmi ne derse desin, köyün kızları için pağarın başı sohbet etmek için bulunmaz nimetti. Aşklar orada konuşulur, kimin kimi sevdiği, köyün hangi oğlanının yakışıklı olduğu orada belirlenirdi. Oğlanlar kızlar tarafından, onların haberi olmadan paylaşılırdı. Oğlanlardan kimin sesinin güzel olduğu da kızlar arasında adeta oylanırdı. Ne var ki, bey kızı Mahur’u da konuşmadan edemezlerdi.

-Şu Mahur da bir kez su almaya gelse biraz da onunla konuşsak.

-Bey kızı suya gelir mi a benim akılsız Şadiye’m?

-Gelmez mi?

-Gelmez.

-Onun hizmetçisi var, koruması var.

-Koruması da güçlü kuvvetli oğlan ha.

-Ne o çok mu hoşuna gitti?

-Ne yalan söyleyeyim gidiyor.

-Haber sal istetsinler seni.

-Oğlanın haberi olmadan mı?

-Neden olmasın?

-Olmaz, fırsatını bulursam konuşacağım onunla.

Seyis Celal’den sonra balcı Paşa’yı sıraya koymuş olacaklar ki, Paşa ile Mahur arasında bir ilişkinin olup olmadığını hangisi konuyu açacak diye bekliyorlardı. Daha fazla dayanamayan Gülizar:

-Kızlar ne yalan söyleyeyim ben balcı Paşa’yı çok seviyorum.

-Deme kız Gülizar?

-Dedim bile.

-Sakın ben de beğeniyorum biriniz demesin?

-Ben de beğeniyorum.

-Ben de.

-Ben de.

-Ben Paşa’yı kimseye bırakmam, gerekirse onunla mağarada bile yaşarım.

-Mağara gelini Gülizar.

Kahkahalar göğe kadar yükseldi. Yine rahatsız olan Çavuş emmi yanındaki sopasına yüklenerek ayağa kalktı. Çeşmeye doğru hızla yürümeye çalıştı. Onu gören kızlar:

-Dağılın Çavuş emmi geliyor.

Çeşmenin yukarısında oturan kızlar şanslı idi ama aşağıdaki evlerde oturanlar Çavuş emminin önünden geçmek zorundaydılar. Onlar savrulacak sopadan kendini kurtarmaları zordu. Hele en arkadan giden kesinlikle Çavuş emminin sallayacağı sopadan nasibini alacaktı. Sopa yememek için birbiri ile yarışan kızların omuzlukla taşıdıkları kovalarındaki suların yarısının yere dökülmesine engel olamıyorlardı. Kovaların yarı dolu olarak eve gelmesi ise ayrı bir dertti kızlar için.

Bu kez ana ve babalardan azar işitiyorlardı. Yeterince su gelmeyince o evin kızı yeniden pağardan su almaya yollanırdı. Gülizar kızın kovalarındaki su ise bir kova dolusu etmeyince babası tarafından:

-Aha buraya tükürüyorum, kurumadan geleceksin. Yoksa Çavuş emminin salladığı sopaya benim sopam benzemez. Hadi çabuk ol.

Xxx

Paşa, son kovanın da kapağını örttü. Arılar Cevat Bey tarafından sağımı yapılmıştı. Kovanlarda sadece arıların bir kışı geçirecekleri bal kadar bal bırakılmıştı.

-Bu bal bu arılara yetmez.

-Yetmez mi?

-Evet.

-Ne yapacağız?

-Belli ki Cevat Bey, arıları satmayı göze koyunca, hepsinden birer çerçeve daha fazla almış Mahur. Şerbet yapıp vereceğiz.

-Şeker var Paşa, nasıl yapılacağını söyle bizimkiler yapsın.

-Yok Mahur, bugüne kadar yapmamışlar bilemezler. Sen şeker ve suyu hazırla ben yaparım. 

- Peki Paşa.

Tam bu sırada, köyün çocukları bir olmuş, bir ağızdan “Değirmenci Ahmet’i soymuşlar, değirmenci Ahmet’i soymuşlar” bağırarak caminin önündeki meydanda toplanıyorlardı. 

Paşa ve Mahur birbirlerine baktılar. Çocukların bağırtıları üzerine Hanımağa da konaktan dışarı çıktı. Kahya, seyis Celal ve diğer adamları konağın önünde toplandılar.

-Ne diyor bu çocuklar kahya?

-Değirmenci Ahmet’i soymuşlar.

-Kim soymuş ki?

-Bilmiyoruz Hanımağa.

-Gidip bir bakalım, baksana millet meydana toplanıyor. Bakalım işin aslı astarı nedir.

Çocukların bağırtısını duyan köylüler, meydanda kadın erkek, çoluk çocuk, genç yaşlı toplanıyorlardı. Muhtar İhsan, yanında bekçi Sabri ile gelince herkes ayağa kalktı, meraklı gözlerle ona bakıyorlardı.

-Komşular, dün gece yüzleri maskeli üç kişi değirmenci Ahmet’e silah dayayarak üzerindeki parasının tümünü almışlar. 

-O, daha yeni satmadı mı değirmende biriken buğdayını?

-Öyle Çavuş emmi. Anlatılana göre, dün akşam silahlı üç kişi, başlarına geçirilmiş berelerle tanınmayacak bir şekilde gizlice değirmene yaklaşmışlar ve Ahmet’in başına silah dayamışlar. Cebinde ne kadar parası varsa hepsini almışlar. 

-Bütün parasını aldılar mı?

-Aldılar. Öğütmede aldığı buğdayı yeni sattı, parasını da dün kasabada sattığı toptancıdan alarak değirmene dönmüş. 

-Demek ki, takip edilmiş.

-Öyle Çavuş emmi.

-Kim olabilirler?

-Bilmiyorum Çavuş emmi, yüzleri kapalıymış, sadece gözleri belli oluyormuş. O nedenle Ahmet tanıyamamış. 

-Çakıroğulları diyeceğim, onlar dört kişi.

-O kadar da değil Çavuş emmi.

-Bu sütsüzler ne olsa yaparlar da dört değil üç kişiydiler. 

-Birini gözetleyici olarak bırakmasınlar?

-Sanmıyorum Çavuş emmi.

Xxx

Çakıroğulları ilk soygunda başarılı oldular. Değirmenci Ahmet’in cebinde ne kadar parası varsa kuruşuna kadar aldılar. Soygunu gerçekleştiren Reşat, Fikret ve Cemil’di. Süleyman onlardan çoktan ayrılmış, anası Saniye ile kalmıştı. Soygunu duyduğunda abilerinin yaptığı hemen aklına düştü. Dün gece eve geç dönmüşlerdi. Konuşmak mümkün olmamıştı. 

Değirmenci Ahmet’in soyulduğu kasabada da duyulmuş, jandarma harekete geçmişti. Üç asker ile değirmene gelen komutan Fethi Bey, yaşanılan olayı bir de Ahmet’ten dinledi. Ahmet ifadesinde üç kişi olduklarını, yüzleri kapalı olduğu için tanıyamadığını söyledi. 

Kaymakam Mustafa Bey, makamında Karakol Komutanı Fethi beyden soygun ile ilgili bilgi aldı. Soygunu üç kişinin yaptığını öğrenmesinin ardından:

-Bu bir eşkıyalık komutan. Soygunu yapanları mutlaka bulmamız lazım. 

-Doğru söylersiniz efendim. Ben gerekli önlemleri aldım. Bölgeye gece devriyesi koydum. Bu soygunu yapanların, yeni soygunlar yapacağını düşünüyorum. 

-İyi düşünmüşsün. Köyde bizimle iş birliği halinde olacak birilerini bulun. Sadece Çitikebir’de değil, o bölgede bulunan köylülerle konuşun, şüpheli gördükleri kişileri mutlaka bildirmelerini söyle.

-Emredersiniz efendim.

-Şu mağarada yaşayan ve arıcılıkla uğraşan balcı vardı, neydi onun adı?

-Paşa efendim.

-Paşa’nın sizlere yardımcı olmasını sağla. Sağlam birine benziyor. Geceleri çok dolaştığını duymuşluğum var. Onunla irtibatı kesmeyin.

-Olur efendim.

-Ne yap, et, bu eşkıyaları mutlaka yakalayın komutan.

-Emredersiniz.

Xxx

Ay, çökekten aşmak üzereydi. Bir boyunduruk kalmıştı aşmasına. Geceyi silah sesleri adeta parçalıyordu. Esirahdos’tan atılan silahlar Paşanın Petekliği kayalarında yankılanıyordu. Gecenin ilerlemiş olmasına karşın bir türlü susmuyordu.

Yattığı yerde doğrulan Paşa, silah seslerine anlam veremiyordu. Gaz fenerinin ışığını yukarı verdi. Mağaranın içi aydınlandı. Mağara duvarında asılan mavzerini aldı, hazneye mermiyi sürdü. Pencereden dışarı namluyu uzattı. Atılan silahlara karşılık verdi. Silah sesleri Ziridanın Deresinin iki yamacında yankılanıyor, Esirahdos’tan atılan silahlardan çıkan mermilerden bir tanesi mağaranın demir kapısına isabet etti. Belli ki ateş edenler boşuna ateş etmiyordular. Gece ikinci güne dönmesiyle silah sesleri sustu. Belli ki ateş edenler Paşa’ya korku vermeye çalışıyorlardı. 

-Bunlar olsa olsa Çakıroğlu’larıdır. Başka kim olabilir gecenin bu vaktinde? Bunlar eceline susadılar. İyi bir ders vermek lazım ama nasıl? Verilen dersten anlamadılar. Guş Nene olmasaydı, köylüler tükürüğe boğacaktı. Boşuna dememiş atalarımız “arsız neden arlanır, çul da giyse sallanır.” 

Pençe ve Keleş, kulakları demir kapıda, kuyrukları dimdikti. Kapının açılmasını bekliyor gibiydiler. Paşa, kapıyı açsa, her ikisinin de silah atanları bulacaklarını biliyordu ama gecenin bu saatinde onların dışarıya çıkmalarına izin veremezdi.

-Sabredin, benim dostların onları mutlaka yakalayacağız. Aceleye gerek yok. Eceli gelen köpek cami duvarına işer. Bunlar eceline susadılar ama benim başımı belaya sokacaklar. 

Döndü, mavzerini mağara duvarına astı, peykenin üzerine oturdu.

-Gelin yanıma, gelin. 

Pençe ve Keleş, kapıdan ayrılıp Paşa’nın yanına geldiler. Başlarını okşadı, sevdi. 

-Hadi gidin yatın. Sabah ola hayrola.

Silah sesleri devriye gezen jandarmaların da dikkatini çekti. Halilli Mahallesinin altından geçen ana yoldan köyün içerisine giren Jandarma Komutanı Fethi Bey ile jandarmalar, hızla silah seslerinin geldiği bölgeye doğru hareket ettiler. 

-Dikkatli olun, dedi komutan Fethi, hepinizi sağ istiyorum. 

Köyün meydanına kadar geldiler. Silah sesleri susmuş, her taraf ıssızdı. Guguk kuşunun sesinden başka ses yoktu köyde. Rampa yolu hızla çıkan jandarmalar soluk soluğaydı.

-Oturun, emrini verdi Fethi komutan, dinlenin, belli ki çoktan bulundukları yerden uzaklaşmışlar. Gece karanlık, kör kurşuna gitmeyelim.

Meydanın bitişiğindeki muhtar Karakelle İhsan’ın kapısını çaldı Komutan. İçeriden gelen “Kim o?” sorusuna:

-Jandarma Komutanı Fethi muhtar.

Kapıyı açan muhtar:

-Hayırdır komutan, gecenin bu saatinde?

-Hayır hayır muhtar. Silah seslerine geldik. Sen duymadın mı?

-Yok komutan duymadık. Yorgundum, erken yattım. Kimmiş, bulabildiniz mi silah atanları?

-Bulamadık. Köyün başından geliyordu sesler.

-Yapacak bir şeyim var mı komutanım?

-Yok muhtar ama dikkatli olun.

-Olur.

Askerlerine dönen Fethi Bey:

-Gidiyoruz, devriyeye devam.

-Emredersiniz.

(Devamı var)

YORUM EKLE