Çamur Dağının Kızı (13)

-Helal olsun Çemiş Hasan’a.

-Helal ki ne helal.

-Bir yumrukta kırmış Çamur Abbas’ın oğlunun burnunu.

-Hiç de öyle görünmüyordu, güçlü kuvvetli.

-Askerde almış dövüş eğitimini.

-Komutan on kişi seçmiş biri de bizim Çemiş Hasan’mış.

Çamur Dağının öte yüzüne yol yapan köylüler Zeynep ile Ömer’in getirdiği böreği hem büyük bir iştahla yiyor hem de Çemiş Hasan’ı konuşuyordular. Dönemeçli yaptıkları yol, gudu yapımı için toprak çıkarılan yerde sona erecek. Rus işgalinde en küçük fidanına kadar kesilen ağaçlardan sonra yağmur sularıyla yüzeydeki toprak biraz olsun sürüklenmiş olmasına rağmen hala dağın yamacı topraktı. O nedenle yol açmakta da zorluk çekmiyorlardı. 

-Az kaldı.

-Yarına bitiririz.

-Bitiririz.

-Artık bizler geleceğiz toprak almağa.

-Söz verdik Koca Çavuş Dede’ye. Verilen sözden dönmek yok.

-Dönmeyeceğiz, niye dönelim ki, dedenin dediği gibi çalışmak insana huzur veriyor.

-Ne yalan söyleyeyim gerçekten öyle.

-Çemiş Hasan’a da yardımcı olmamız lazım.

-Neyi var neyi yok kırıp dökmüşler.

-Çok da dövmüşler onu.

-Ansızın yakalandı, yoksa Çemiş Hasan dayak yemez.

-Çamur Abbas da gittikçe azıtıyor.

-Önünü kesmeliyiz.

-Kesmeliyiz.

-Şu borçlarımızı bir ödeyebilsek.

-Nasıl oldu da onun tuzağına düştük?

-Verdiğimiz çay paraları ile bize borç para verdi.

-Bir ödeyebilsek borçlarımızı.

-Ödeyeceğiz.

-Daha çok çalışacağız.

-Elimizden aldığı tarlaları geri alacağız.

-Alacağız.

-Ramazan geliyor, daha çok gudu yapıp satacağız.

-Aldığımız parayla borçlarımızı öderiz.

-Öderiz.

-Ben de verdiğim tarlanın senedi duruyor.

-Bende de.

-Benimki de duruyor.

-Durmayalım, çalışalım, yoksa bu adam böyle giderse bizi köyden eder.

-Eder.

-Kalkın durmayalım.

-Durmayalım.

Köylüler, iki büyük sini böreği hem konuştular hem de silip süpürdüler. 

-Börek çok güzel oldu Zeynep.

-Afiyet olsun. Bir isteğiniz yoksa biz dönelim.

-Yok kızım, dedi Hatim Mehmet, anana selam söyle ellerinize sağlık.

Ömer ile Zeynep sinileri alıp yeni yapılan yoldan aşağı köye doğru yöneldiler. Yol binek hayvanların rahatlıkla yük taşıyacağı bir şekilde yapılıyordu. 

-Yol güzel oluyor Zeynep.

-Evet.

Ömer önde, Zeynep arkada yamaç aşağı yürüyorlardı. Ömer, içten içe Zeynep’i sevmesi nedeniyle “tam zamanı, söylesem mi?” diye geçirdi içinden. Zeynep kendisine “abi” diyordu ama, sevdiğini söylerse fikrini değiştirebilir diye düşünüyordu. “Söylesem mi söylemesem mi? Bu böyle olmayacak, söyleyeceğim.” Durdu, Zeynep de durdu. Zeynep, Ömer’in neden durduğuna anlam veremedi.

-Ne oldu Ömer abi?

“Bana abi diyor, nasıl diyebilirim ona? Söyleyeyim bakalım ne diyecek?” Zeynep’e yüzünü dönmeden:

-Zeynep…

-Buyur Ömer abi.

-Zeynep… Bak ne diyeceğim?

-Söyle, bir şey mi oldu?

-Yok.

-Ne öyleyse?

-Zeynep… Ben seni seviyorum.

-Ben de seni seviyorum Ömer abi.

-Öyle değil…

Zeynep bir an durakladı:

-Nasıl abi?

-Bana abi deyip durma Zeynep, ben seni başka şekil seviyorum.

-Nasıl başka şekil?

-Anla işte Zeynep.

Zeynep, bu kez Ömer’in ne demek istediğini anladı. Ama nasıl olur? Biz iki kardeş gibi büyümedik mi?

-Anladım… Ama ben seni bir abi gibi seviyorum. Çocukluğumuz hep beraber geçti. Sen hep beni korurdun. Senin gibi bir abim olmasını isterdim. Sen benim o eksikliğimi giderdin. Bir abi gibi kol kanat gerdin bana. Sen her zaman benim abim oldun, ölünceye kadar da abim olarak kalacaksın.

-Anladım Zeynep. Söylediklerimi unut. Bundan sonra da abin olarak kalacağım.

-Sağol Ömer abi.

-Haydi gidelim, anan merak eder.

-Gidelim abi.

Xxx

Çamur Abbas, elinde atının kamçısı ile konağın önünde bir o yana bir bu yana gidip geliyor, kamçısı ile bacağına vuruyordu. Oğlu Hüsamettin, burnunu tutarak alttan alttan babasının ayaklarına bakıyordu oturduğu yerden.

-Sen nasıl Çemiş Hasan’dan yumruk yersin. Hiç mi utanmadın?

-Ansızın oldu baba, yoksa ben ondan dayak yiyecek adam mıyım?

-Yedin ya işte, adam senin burnunu kırdı, öteki oğlu Bedrettin’e döndü, ya sen, adamı nasıl dövdünüz, el alem dövüldü desin diye yüzüne boya mı sürdünüz? Nasıl dövdünüz adamı da hiçbir şey olmamış gibi kalkıp abinin burnunu bir yumrukta kırıyor? 

-İki kolundan kıskıvrak yakaladılar, ben ise Yaradan’a sığınıp vurdum, vurdum.

-Belli vurduğun, peki kim vardı yanında?

-Kimse yoktu.

Sinirine hakim olamıyor, bacağını kamçılıyor, kamçılıyordu. Karısı İkram hatunun ise hiç sesi sedası çıkmıyordu. Kocasının bu davranışını çok iyi hatırlar. O, mutlaka bir şey yapacaktı. Kahvehane işletmesi köylünün nabzını tutmak olduğunu biliyordu. Köylülerin Koca Çavuş Dede ile bir araya gelmesinden sonra sinirleri iyice gerilmiş, geceleri uyku uyuyamıyordu. Kızı Mehpare elinde çay dolu bardak ile geldi. 

-Baba, yeni çay demledim.

-Ver kızım ver. Şu kazık kadar abilerini görüyorsun değil mi, ben bunlara bugüne kadar boşuna ekmek yedirdim. Tıfıl Çemiş Hasan bir yumrukta burun kırıyor da bizimki sesini çıkaramıyor. Adam iyi ki ikinci yumruğu vurmadı, kim bilir neresi kırılırdı.

-Bir dahaki sefere abim kırar Çemiş Hasan’ın burnunu.

-Senin tıfıl olarak gördüğün Çemiş, bunun bacaklarını kırar da bu yine bir şey yapamaz.

-O kadar da değil baba.

-Nerede şu bizim tuttuğumuz adamlar.

-Çevirmenin dışında duruyorlar.

-Çağır gelsinler.

O tıfıl Çemiş Hasan’dan mutlaka intikam almak gerekiyor. Gerekiyor ama nasıl? Bu bizim tıfıllar onunla baş edemezler. Adam bir vurduğunu yere seriyor, burun kırıyor.

Çevirmenin kapısı açıldı. Yedeğinde Arap atı ile Koca Çavuş Dede’nin oğlu Zülfikar girdi içeri. Selam verdi. Çamur Abbas, yavan ağızla selamı aldı. 

-Babam Koca Çavuş Dede’m sizinle görüşmek istiyor.

Burnundan soluyan Çamur Abbas:

-Hayırdır benimle ne görüşecek?

-Bilmem Abbas emi, bana git çağır onu, dedi

-Ne yapacakmış, onunla konuşacak neyim ola ki?

-Bilmiyorum, bana bir şey söylemedi.

-Tamam, belki gelirim, biraz işlerim var.

Zülfikar geldiği gibi geri döndü, atına bindi, geldiği yola sürdü. Selamımızı bile zorla aldı. Ne konuşacak onunla babam? Böyle insanları neden kapısına çağırır? İnsanlıktan nasibini almamış bir yaratık. İnsan, gelirim belki, babana selam söyle der. Yarım saat sonra konağın önündeydi. Atından indi, ahıra çekti, eyerini indirdi. 

Babası Koca Çavuş Dede, sırtını güneşe verdi, güneşin tadını çıkarıyordu. Sırtı ısındıkça rahatlıyor, huzur buluyordu. Atı, ahıra çeken oğlu yanına geldi.

-Ne dedi?

-İşlerim var, dedi baba, belki gelirim dedi. Burnundan soluyordu. Kamçısı elinde bacaklarını dövüyordu. 

-Bir kötülük düşünüyor.

-Kime ola ki baba?

-Kime olacak Çemiş Hasan’a.

-Çok azıtmaya başladı. 

-Öyle evlat.  Şu fasulye satışından ne kadar para aldık?

-İki yıl ihtiyacımızı karşılayacak kadar baba.

-Bir yılımızı ancak karşılar.

-Nedenmiş?

-Çamur Abbas’ı neden çağırdım? Köylülerin senetlerini alacağım Çamur Abbas’tan.

-Çok iyi edersin baba. İnan huzur kalmadı köyde.

-Kalmadı. Kendi kendilerine ettiler. Biz senetleri alalım, borçlu olanlar kazandıkça bize olan borçlarını öderler. Gelse alacağım senetleri.

-Bence gelmeyecek.

Zülfikar doğru söylüyordu. Çamur Abbas’ın hiç gidesi yoktu. Niye çağırıyor beni yaşlı bunak? Benimle ne konuşacak ki? Geçen tüm köylüleri çağırdı, ben gitmedim.

-Git Koca Çavuş Dede’nin yanına bey, dedi karısı İkram hatun.

-Sen sus kadın. Ne yapacağıma, nereye gideceğime sen mi karar vereceksin?

-Doğru dersin de bey, köyü karşımıza aldık. Bir komşuma gidemez oldum. Herkes yüzünü çevirdi bizden. Bir Allah kulu ile konuşamaz olduk. Kötülükten bir şey çıkmaz.

-Hatun sana sus dedim.

-Susmayacağım, bugüne kadar sustum, bundan sonra susmayacağım.

-Sana sus dedim!

Kamçısını havaya kaldırdı, tam vuracağı sırada oğlu Hüsamettin babasının kolunu tuttu.

-Yapma baba, o bizim anamız, bizim kahrımızı çekiyor. Anam haklı baba, köylüyü karşımıza aldık. Bizim yere ihtiyacımız yok. Ver köylülerden aldığın tarlaları geri.

-Ne diyorsun sen? Benden dünyanın parasını aldılar. 

-Alsınlar baba, borçlarını ödesinler tarlalarını geri ver. Bak, yalnız kaldık köyde. Hem bu dışarıdan getirip tuttuğun adamları da geri yolla. 

Çamur Abbas’ın sinirleri bir türlü yatışmıyordu. Para, yer hırsı gözünü bürümüştü bir kere.

-Ben o yerleri, onlara hizmet ederek kazandığım çay parasıyla aldım. Yer mer geri vermem. Hem sen o burnunun kırılması ile mi kalacaksın?

-Biz de onun kahvehanesini dağıttık, adamı dövdük. Kötülük çıkmasın aramızda.

-Kimse benim işime karışmayacak, ben ne dersem onu yapacaksınız.

Karısının ve oğlunun kendisine karşı gelmelerini bir türlü hazmedemiyordu. Köyde bardak yıkayarak, köylülerin ağzının kokusunu çekerek kazandığı paralarla köye hakim olma hırsı her geçen gün kabarmış, kazandığı paraları yatağa girmeden bir bir sayıyordu. Konağın önünde bir o yana bir bu yana gidip geliyor, yerinde duramıyordu. Para ile başka köyden tuttuğu üç adam ise karşısında hazır ol da duruyordu. Geldi, karşılarında diklendi. 

-Sizi kovuyorum, kendi işimi kendim halledeceğim. Pılınızı pırtınızı toplayın ve defolun.

(Devamı var)

YORUM EKLE