Paşa'nın Petekliği (21)

Paşa, gördüğü düş ile aniden uyandı. Demir pencereden içeriye giren güneş ışığı gözlerini kamaştırdı. Her iki gözünü de ovuşturdu ellerinin tersi ile. Kendine gelmeye çalışıyordu ama, gördüğü düş usundan çıkmıyordu. Dizlerini kırarak yatağının içerisinde oturdu. Başını dizlerine yasladı, bir süre öyle kaldı. Düşünü iyice anımsamaya çalışıyordu. Babası ona, düşünde çok dikkatli olmasını söylüyordu. “Arılar seni koruyacak” diyordu düşünde. Arı?... Arı insanı nasıl korur ki baba? İlk kez babası söylüyordu ona, o da düşünde. 

“Pençe ile Keleş’e de çok iyi bak, onlar da senin koruyucun olacak. Çakıroğlularından uzak dur” diyordu. Çakıroğulları?... İki kez karşılaşmıştı onlarla, ikisinde de üstün gelmişti ama bir üçüncüsünde ne olacağını bilemiyordu. En büyükleri Reşat, bey kızı Mahur’a kafayı takmıştı. Engel olmak lazımdı ama nasıl? Mahur’u neden bu kadar düşünüyordu? Kafasında sorunun biri bitmeden diğeri başlıyordu.

Ağır ağır yatağından indi. Demir kapıyı her zamanki gibi büyük bir gıcırtıyla açtı. Pençe ve Keleş, kapının önündeydiler. Kapı açılır açılmaz, Paşa’nın bacakları etrafında dönmeye başladılar kuyruklarını sallayarak. Durun, biliyorum acıktınız, hele elimi yüzümü yıkayayım. Sizin yalınızı da vereceğim. Argo Midi’den olukla getirdiği suyla elini yüzünü yıkadı.

-Su da çok azaldı, Kurumak üzere. Olukları çoktandır temizlemedim. Bir yerden de oluklar kaçırmış olabilir. Bugün olmaz ama yarın bakayım, dedi kendi kendine.

Mağaranın dışında iki düzgün taştan yaptığı ocağa etrafı dumandan kapkara olmuş demliği su doldurarak koydu. Ocaktaki çalıları tutuşturdu. Gördüğü rüyanın etkisini hala üzerindeydi. Çay içersem kendime gelirim, dedi. Ocağın yanında bileği taşından yaptığı sofraya kahvaltılık bir şeyler koydu. Pençe ve Keleş, meraklı gözlerle sahibini izliyordular. 

-Bakmayın öyle melun melun sizin kahvaltınızı da hazırlayacağım.

İki arıdan biri sağ diğeri de sol omuzuna konmasıyla gördüğü düşün kalan yerini anımsadı. Babası ona, “Senin omuzlarında kar yağıncaya kadar iki arı nöbet tutacak. Onlara sakın dokunma. Kovanlardaki arılarla sürekli nöbet tutan arılar irtibat halinde olacaklar. Pençe ve Keleş seni korudukları gibi arılar da koruyacak. Sen sen ol, sakın omuzlarına konan arıları kovalama” demişti.

Birden Pençe ve Keleş hareketlendi. Mağaraya çıkan yolun bitişiğine kadar gittiler. Havlamak yerine kuyruklarını sallıyordular. Elindeki çay bardağını bileği taşının üzerine koydu, ayağa kalktı. Yola baktı. Gelen Şakir Hocaydı. Koşarak o da yolun ucuna geldi. Meraklı gözlerle Şakir Hocanın yaklaşmasını bekledi. Birkaç adım kalınca yanına indi. Elini aldı, öptü, başına götürdü:

-Hoş geldin hocam.

-Hoş bulduk, Paşa Osman’ın oğlu Paşa, hoş bulduk. Beklemedin beni kahvaltını yapmışsın.

-Geleceğini bilmiyordum hocam. Ben hemen sana kahvaltı hazırlarım. Hele gel hocam, içeride mi oturursun dışarıda mı?

-Hava güzel dışarıda oturalım.

-Nasıl istersen hocam. Çayı daha yeni demledim. Hemen sana bir çay koyayım. Yeni kahvaltılık da getireyim.

-Gerek yok Paşa oğlum, sofradakiler çok bile.

-Olur mu hocam?

-Olur Paşa oğlum olur, bana yeter de artar bile.

Paşa, Şakir Hocaya hürmette kusur etmiyordu. Ona hizmet için adeta etrafında dönüyordu.

-Otur Paşa, başım dönecek.

Paşa, saygılı bir şekilde oturdu. Çayını yudumlayıp kahvaltısını yapan Şakir Hocayı büyük bir merakla izliyordu. Şaşkındı, sabah sabah Şakir Hoca, neden buraya geldi, sorusunu soruyordu kendi kendine.

-Şimdi sen diyorsun ki, bu Şakir Hocanın sabah sabah burada ne işi var, değil mi?

-Bağışla hocam ama doğrusu çok merak ettim.

-Merak etmekte haklısın oğul. İyi insanlar her zaman benim dostumdur.

-Sağol hocam.

-Onlara bir zarar gelmesini istemem. Sen de rahmetli baban gibi iyi bir insansın. Baban, seni bana anlattı. Savaşa gitmeden önce bana, vasiyetini tutup tutmayacağını takip etmemi istedi. Ben de seni takip ettim. Gördüm ki, babanın vasiyetini tutmuşsun. 

-Öyle oldu hocam. 

-Ve baban bana ayrı bir şey daha söyledi.

Paşa meraklı gözlerle Şakir Hocanın iki dudağı arasından çıkan sözleri çok dikkatlice dinliyordu.

-Dinliyorum hocam, ne söyledi.

-Eğer oğlum vasiyetime bir yıl süreyle sadık kalırsa, iki kışı mağarada geçirirse, mağarada kalmasına gerek kalmaz. 

Şakir Hoca, bardaktaki çayının son yudumunu da yudumlar, boş bardağı bileği taşının üzerine bırakır. 

-Şimdi hem benim hem de senin çayını doldur, karşılıklı birer çay daha içelim.

-Olur hocam.

-Guş Nenenin yanındaki boş binanın kimin olduğunu bilir misin?

-Bilmem hocam.

-Nasıl bilmezsin yirmi yaşına kadar Guş nenenin yanında kaldın, merak edip de o boş binanın kimin olduğunu sormadın mı?

-Sordum ama hocam ne Guş Nenem söyledi ne de başkaları.

-Öyle mi? 

-Öyle hocam.

-O bina senin baban Paşa Osman’ın evlat.

-Deme hocam, neden bugüne kadar kimse bana bir şey söylemedi?

-Orasını bilemem, o binanın anahtarı Guş Nenededir, ondan iste. Yalnız bu mağarada bir kış geçirdin, ikinci kışı geçirip, gelecek yaz arıları sağım yapıp, balını sattıktan sonra anahtarı iste. Sen sen ol, bu dediklerimi unutma. Sakın ola ki zaman dolmadan kapısını açmayasın. 

-Açmam hocam. Allah senden de babamdan da razı olsun.

-Hadi bana müsaade.

-Gidiyor musun hocam?

-Gidiyorum evlat, uğrayacak birkaç yerim daha var, geç kalmayayım.

-Selametle hocam.

Xxx

Üç kardeş değirmenci Ahmet’ten aldıkları parayı paylaştılar Ali Düzünde. İlk vurgun onları memnun etmişti. Kimse onlardan şüphelenmemişti. Şüphelenseler de nasıl kanıtlayacaklardı ki, kimselere görünmeden yaptılar vurgunu. 

-Anamıza biraz para verelim diyorum ama kabul edeceğini sanmıyorum, dedi Reşat.

-Kabul etmez abi. Hem ona para bırakırsan şüpheyi üzerimize çekmiş oluruz.

-Doğru söylersin Fikret.

-Düşündüğün başka vurgun var mı abi?

-Aldın paranın tadını değil mi deftersiz?

-Öyle, bugüne kadar cebimde böyle para görmemiştim.

-Sırada Makrelli Cevat Bey var.

-Cevat bey mi?

-Cevat bey mi?

-Niye şaşırdınız? Arılarını yeni sattı Topal Ömer’in kızı Mahur’a.

-Çok para almıştır öyleyse.

-Çok, hem de tomar tomar.

-Çökeceğiz ona da ama çok dikkatli olmalıyız, ne edip edip dikkatleri üzerimize çekmeyeceğiz.

-Mahur’u unuttun değil mi abi?

-Mahur gibi kız unutulur mu oğlum, o, şöyle ya da böyle sonunda benim olacak.

-Onu unutsan.

-O benim yaşam kaynağım, onu hayal ederek yaşıyorum. Bırakın şimdi dinlenelim biraz. Akşama doğru kasabaya ineceğiz.

Xxx

Mahur, Ceyhan ile birlikte arkalarında seyis Celal’le sabahın erken saatlerinde kasabanın yolunu tuttular. Çit Deresi yolu kasabaya giden köylülerle doluydu. Hayvanını hayvan pazarına, ürettiği ürünlerden fazlasını satmaya götüren köylüler, satıştan alacakları paranın hayalini kuruyordu. Yeni yeni urbalar alacaklardı çocuklarına. Sevinecekti garipler. Kışlık urba da almak gerekiyordu. Kar bir yağmaya başladı mı dam boyunu buluyordu. Metrelerce yüksekliğe varan kar kalınlığı donduruyordu bebeleri. Bebeler kalın giyeceklerdi ki karın tadını çıkarsınlar. 

Paşa, değirmenci Ahmet’in değirmenine geldiğinde durakladı. Uzun uzun değirmene baktı. Burada soygun yapmak çok kolay. Kimseler görmez. Soygunu yapanlar iyi düşünmüşlerdi. Ne ile kışı çıkaracaktı değirmenci Ahmet? Elinde avucunda ne varsa aldı soysuzlar. Yardım etmek gerek değirmenciye, çoluk çocuğu bir kış boyu ne yer ne içerler? 

Kasaba her zamankinden daha kalabalıktı. Zermutlular yine atları ile gelmişlerdi kasabaya. Onların at zevki, diğer köylüleri kıskandırıyordu. Atlarına çok iyi bakan Zermutlular ata binmesini de çok iyi biliyordu. Paşa, her zamanki gibi heybesi omuzunda semt pazarına girdi. Bu kez bal satmayacak, kışlık yiyecek alacaktı kendisine. Satış yapan diğer köylülerin satış ürünlerini tek tek bakıyordu ki Mahur gözüne ilişti. Yanına geldi:

-Hayırdır bey kızı ne alacaksın?

-Bir şey alacağım yok, sadece bakıyorum. Sen ne yapıyorsun?

-Ben de kışlık ihtiyaçlarımı alacağım.

-İyi, kaç gün oldu bize gelmedin. Arıları öyle bıraktın, bakmaya gelmeyecek misin?

-Geleyim mi?

-Gel tabi biz arıdan anlamayız.

-Yarın gelirim.

-Bak buna sevindim.

-Sağol. Ben alacaklarımı alıp erken döneceğim.

-Neden, birlikte döneriz.

-Olmaz.

-Neden olmazmış?

-Dedikodu olur.

-Olsun, ben korkmuyorum da sen mi korkuyorsun dedikodudan?

-Sonra sen atlı ben yaya, birbirimize ayak uyduramayız.

-Hani sen güya koruyacaktın beni, yine Çakıroğulları yoluma çıkarsa?

-Yanında Celal var ya?

-İyi… Paşa yarın görüşürüz, gel ama.

-Geleceğim bey kızı Mahur, geleceğim.

Çakıroğulları da semt pazarını dolaşıyordu. Özellikle Çit Deresi köylerinden gelip de satış yapanları dikkatlice izliyorlardı. Kimin daha çok para kazandıklarına bakıyorlardı. Makrelli Cevat Bey, satış yapan bir köy kadınından tereyağı alıyordu. Reşat, onu dikkatlice izliyordu. Cebinden bir tomar para çıkaran Cevat Bey köylü kadına parasını verdi. Tomar parayı cebine dikkatlice yerleştirip yağını alarak Pazar yerinden ayrıldı. 

-Fikret, Cemil gidelim, Cevat beyi mutlaka tuzağa düşürmeliyiz.

-Nasıl abi, bugün mü?

-Evet bugün, yağ alırken baktım cebinden tomar halinde para çıkardı.

-Deme, ne yapacağız?

-Onu takip edelim gözden kaçırmayalım. Biz ondan önce yola çıkmamız lazım. Müsait bir yerde yolunu kesip o parayı almalıyız.

-Ya, yanında başkaları da olursa?

-O da bizim şansımıza, onları da soyarız.

Xxx

Sabah erkenden peteklikten köye gelen Paşa, son arıyı da baktıktan sonra kovanın kapağını kapattı. 

-Biraz daha şerbet vermeliyiz. Kış uzun sürüyor, yetmez mevcut bal ile verdiğimiz şerbet.

-Veririz, gel anam kahvaltıya bekliyor.

-İyi olur, acıktım.

Hizmetçi Mukaddes, konak önündeki çardağa hazırladı kahvaltıyı. Hanımağa, Mahur ve Paşa kahvaltı sofrasına oturdular. Köyde, üretilen ürünlerin dışında kasabadan alınan kahvaltılıkları da vardı sofrada. Mahur’un çantası karşılığı aldığı baldan da vardı. 

-Paşa, ben balı çok beğendim gerçekten çok kaliteli.

-Sağ olun Hanım ana. 

-Bu balı bizim arılar da yapabilecek mi?

-Yapar, Makrel’in balı da çok kalitelidir. Arılarınızı da oradan getirdik, arılar nereden bal alacaklarını biliyorlar.

Çayından yudum alan Hanımağa bir kızına bir de Paşa’ya bakıyordu. İkisi de birbirlerine ne kadar da yakışıyordular. Acaba aralarından bir şey var mı? Bence yok, olsaydı kızım kesinlikle bana açardı. 

-Mağaradan çıkıp köye dönmeyi düşünmüyor musun Paşa?

-Düşünüyorum Hanım ana, kısmetse önümüzdeki yıl köye dönmeyi düşünüyorum.

-Ciddi misin Paşa? diye merakla sordu Mahur.

-Ciddiyim. Arılarımı da buraya taşıyacağım.

-Buna çok sevindim Paşa oğlum.

-Sağol Hanım ana.

Çocuklar yine bir ağızdan:

-Makrelli Cevat Beyi soydular! Makrelli Cevat beyi soydular, diye bağırarak cami önündeki meydanda toplanıyorlardı.

(Devamı var)

YORUM EKLE