Çamur Dağının Kızı (19)

Cemal öğretmen, bugün köyüne gidecekti. Bir aydır annesi ve kız kardeşini görmemişti. Babası Osman da gurbetten dönmüştü belki. Cumartesi öğlene kadar süren eğitimin sonuydu. Öğrenciler okulun bahçesinde toplandılar. İstiklal Marşı eşliğinde bir öğrenci tarafından göndere bayrağımız çekildi. Cemal, öğrencilerine “iyi tatiller” dedi. Öğrenciler “sağol” yanıtını verdi. 

-Paydos.


Okul bahçesinden evlerine doğru koştular. Pazartesi önlükleri ve yakalıkları yıkanmış, tertemiz bir şekilde okullarına yeniden gelecektiler. Okulun kapısını kilitleyen Cemal, evinin yolunu tuttu. Acele etmeliydi. Bir an önce Gümüşhane’ye varmalı

Deli Kadir’in Ardasa’ya gidecek arabasına yetişmeliydi. Evinden içeri girdi. Akşamdan hazırladığı çantasını alıp dışarı çıktı. Kadrinur anayı kapıda otururken gördü. 

-Ana ben gidiyorum.

-Selametle öğretmen oğlum, anana, kardeşine selamlarımızı söyle.

-Baş üstüne ana, Zeynep yok mu?

-Hayvanları otlatmaya gitti.

-Selam söylersin.

-Söylerim.

Hızlı adımlarla köyden çıktı. En az iki saate yakın yol yürüyecekti. İnsanların ve hayvanların gidip gelmesiyle yol sağlamdı. Yolda yürürken Kadrinur ananın anlattığı öyküyü anımsadı. Bu kadar yolda nasıl taşıdı Yusuf’u sırtında? Güçlü kızmış, dedi kendi kendine.

Derin bir vadiye doğru giden yola girdi. Etrafta in cin yoktu. Köylülerin anlattığına göre bu arada ayı ve kurt çok oluyormuş. Henüz gündüzdü. Bu saatlerde olmaz diye düşündü. Ağaçtan yapılmış köprüden karşıya geçti. Kalas Halil’in oğlu Selim ile Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir tam karşısındaydı. Ellerinde silahları ile yolun tam ortasında duruyorlardı. Selam verdi. Aldırış etmediler. 

-Bunlar kaşınıyorlar, dedi kendi kendine. Geçmek istedi. 

-Dur bakalım öğretmen efendi, diyen Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir, buradan öteye geçiş ancak bizim iznimizle olur.

Elindeki çantasını Selim ve Bekir’in gözlerinin içine bakarak yere bıraktı. Ufak bir hareketlerinde öğrenciliğinde öğrendiği dövüşü uygulayacaktı.

-Bakın, yolum uzun, arabaya yetişmem lazım, yolumdan çekilin. Sonra bir öğretmenin yolunu kesip ona saldırmanın suçu ağırdır.

-Bak sen neler de biliyor bu tıfıl öğretmen, değil mi Bekir?

-Öyle, ama az sonra söyleyemez duruma gelecek. 

-Sen gel dağ başından, köyde yetim büyümüş kızı sev, onların evinin yanında kal. Kızı kendine aşık etmeye çalış.

-Bakın, siz ne dediğinizi bilmiyorsunuz. Size son defa söylüyorum, yolumdan çekilin.

-Çekilmesek ne olacak?

-Bu olacak, deyip Kalas Halil’in oğlu Selim’e öyle bir yumruk vurdu ki, büyük bir bağırtı ile köprünün üzerine boylu boyunca uzandı.

Silahına davranan Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir, tüfeğini ateş edemeden aynı güçle bir yumrukta ona salladı. Eğildi, çantasını aldı, arkasına bakmadan hızlı adımlarla yoluna devam etti. Gümüşhane’ye geldiğinde Deli Kadir, Ardasa’ya gidecek öğrencileri arabasının üstüne çoktan almış, onun gelmesini bekliyordu.

-Geç kaldın Cemal öğretmen.

-Yolda iki it çıktı karşıma onlarla biraz zaman kaybettim.

-Hadi bin de gidelim, talebelerin iyice sabrı taştı.

Çift şoför mahalli kamyonun kendine ayrılan yere bindi. Kazma kürekle yapılmış Gümüşhane-Ardasa arasındaki yola şehri çıkarak aracını süren Deli Kadir:

-Şimdi var ya bu arabanın üstündeki talebeler, Ardasa’ya giren keskin virajda benim yavaşlamamı fırsat bilerek arabadan atlayacaklar. Atlasınlar, pazartesi sabah yine benim arabamla gelecekler. O zaman da hem geliş hem de gidiş ücretlerini alacağım.

-Fazla alma Kadir emmi. Bilirim nasıl okuduklarını ben de aynı yoldan geçtim. Hepsi fakir fukara çocukları.

-Doğru dersin de ben de arabama mazot koymak zorundayım. Fazla ücret de almıyorum.

-Alma Kadir emmi, belki de şu anda sana verecekleri para yoktur ceplerinde.

-Biliyorum, yok. Onun için de ben sesimi çıkarmıyorum.

Deli Kadir aracını caminin önündeki alana çekti. Kamyondan indi. Para almak için arabanın arkasına geçti. Geçti geçmesine de kamyonun üzerinde öğrencileri koy ki bulasın. 

-Ne oldu Kadir emmi?

-Ne olacak öğretmen efendi, dediğim gibi arabanın üzerinde kimse yok. 

Xxx

Muhtar İsmail, bekçi Şükrü’ye, köyün erkeklerinin Çamur Abbas’ın daha önce kahvehane olarak kullandığı yerde toplanmalarını, Çamur Abbas’ın da çay demleyerek sobayı yakmasını talimatını verdi.

Bekçi Şükrü, önce Çamur Abbas’a giderek muhtarın söylediklerini iletti. Daha sonra Çemiş Hasan’ın kahvehanesine giderek, akşam, Çamur Abbas’ın kahvehanesinde toplantı yapılacağını iletti. Kahvehanede olanlar önce şaşırdı:

-Neden burada değil de Çamur Abbas’ın kahvehanesinde bekçi efendi?

-Valla bilmem muhtar öyle istedi.

Akşam namazından sonra köylüler birer birer Çamur Abbas’ın kahvehanesine gelmeye başladı. Dışarıdan gelen ilk defa sobaya ellerini uzatarak ısınıyor daha sonrada boş buldukları sandalyeye oturuyorlardı. Abbas ise gelenlere hemen çay veriyordu.

Muhtar İsmail, Çemiş Hasan ile birlikte geldi. Kendisine ayrılan yere oturdu. Çamur Abbas, hemen iki bardak çay getirerek önlerindeki masaya koydu. 

-Hoş geldin muhtar, hoş geldin Çemiş Hasan.

-Hoş bulduk.

Muhtar İsmail, çayını bitirdikten sonra, ayağa kalktı:

-Komşular beni dinleyin. Havalar iyice soğudu. Çamur Abbas, Mavrangel’deki oduncu Salim’den okulun yakacak odununu alacağını söyledi. Ben derim ki, yarın hayvanlarımızı alalım, eşeği olan eşeğini, katırı olan katırını alsın hep birlikte Mavrangel’e gidelim, odunumuzu alıp gelelim. Ne dersiniz?

-Ben hazırım, dedi Çamur Abbas.

Önce birbirlerine baktılar.

-Olur, dediler.

Çaylar, ağız tadıyla içildi. Çamur Abbas sobayı öyle yakmıştı ki kıpkırmızı oldu. Çay ve sıcak soba kahvehanedekileri adeta mayıştırdı. 

-Abbas, çayların parası benden, gel al da kalkalım.

-Ayıp oluyor muhtar, sizler bana misafir geldiniz, şimdi ben sizlerden çay parası mı alacağım, ayıp olmaz mı?

-Olur mu dersin?

-Olur olur, hepinize afiyet olsun.

-O zaman yarın sabah saat yedide, Gogoçların harmanında buluşuyoruz. Kimse geç kalmasın, hep birlikte gidip hep birlikte geleceğiz.

Tam kalkacaktılar ki Kalas Halil’in oğlu Selim ve Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir, ağız ve burunları kan içerisinde kahvehaneden içeri girdiler. Kahvehanedekiler bir an neye uğradıklarını anlayamadılar. Herkes susmuş, Selim ve Bekir’e bakıyordu. 

-Bu ne hal Selim, bu ne hal Bekir?

-Bir şey yok muhtar emmi.

-Ne demek bir şey yok, ağız burun kalmadı siz de Deli Kadir’in kamyonu mu çarptı?

-Yok muhtar emmi, Kurt Boğazı’nda ayı ve palakları ile karşılaştık.

-Bak sen şu işe. E?

-Üzerimize saldırdı.

-İkinize birden mi saldırdı?

-Öyle oldu.

-O silahları ne için taşıyorsunuz yanınızda, biriniz ateş edemediniz mi?

-Edemedik.

-Ayı da çok kuvvetli ayıymış?

-Evet.

-İkinizin ağzını burnunu dağıtmış. Başka bir yerinizde bir şey yok değil mi?

-Yok emmi.

-Pek anlayamadım ama, siz herhalde ayı ile boks yaptınız baksanıza üstünüzdeki elbiselerde tek bir yırtık yok.

-Bir pençe bana bir pençe de Selim’e vurduktan sonra palaklarını alarak kaçtı.

-Allah Allah. Ayı sizi bıraktı kaçtı? Hiç üstünüzü başınızı parçalamadan? Çay ver şunlara Çamur Abbas. Bakalım çenelerini açabilecekler mi?

Muhtar da kahvehanedekiler de Selim ile Bekir’in yalan söylediklerini anladılar. Çemiş Hasan burada olduğuna göre bunları kim dövmüş olabilir? 

Çaylarını içenler, Selim ile Bekir’i de dinledikten sonra yavaş yavaş kahvehaneden kalkarak evlerinin yolunu tuttular. En son kalkan muhtar İsmail ile Çemiş Hasan oldu. Evleri yan yana olduğu için birlikte kalktılar. Dışarıdaki sonbahar soğuğu insanın kemiklerine kadar işliyordu. Hızlı yürümek istediler ama çok karanlıktı.

-Muhtar, sen inandın mı Selim ile Bekir’in anlattıklarına?

-Beni salak mı sanıyorsun Çemiş Hasan? Kim vurduysa birer yumrukta bizimkileri dağıttı. Görmedin mi zorla konuşuyorlardı.

-Kim yapmış olabilir?

-Sen yapmadın, ben yapmadım. Senin yumruklarına benziyor Selim ile Bekir’i dağıtan yumruklar. Sen bizimle olduğuna göre… Sahi öğretmen Cemal görünmedi, o niye gelmedi kahveye?

-O burada yok. Tatil ya gitti.

-Gitti mi?

-Evet.

-Çemiş?

-Ben de senin gibi düşünüyorum muhtar.

-Bunlar öğretmenin yolunu kestiler, öğretmen de bunları çok güzel dağıttı.

-Ama ne dağıtma muhtar, helal olsun öğretmene.

-Bunlar öğretmeni rahat bırakmazlar bundan sonra.

-Öğretmenden ne istediler ki muhtar? Terbiyeli, efendi çocuk. Elinden geldiği kadar durmadan çalışıyor. Çocuklar da çok seviyorlar onu. Benim kız Sultan öve öve bitiremiyor onu.

-Hele şu odun işini halledelim, Kalas Halil’in oğlu ile Çolak Mustafa’nın oğlunu bir araya getirip konuşayım. Hala itliklerini sürdürürlerse bekçiyi peşlerine takacağım.

-Çamur Abbas’ın oğulları yoktu toplantıda muhtar dikkatini çekti mi?

-Çekti de onlar niye dövsünler?

-Belki de öğretmeni korumak istediler.

-Çamur’un küçük oğlu haşarıydı, o da düzeldi. Benim yanımda nasihat etti oğluna. Söz verdi oğlu herhangi bir şey yapmayacağına.

-Öğretmen gelsin mesele anlaşılır.

-Haydi iyi geceler. Yarın sen de geliyorsun 

-Geleceğim tabi muhtar benim kızım da gidiyor okula, gelmez olur muyum?

-Tamam Çemiş. Sabah ola hayrola. 
 

(Devamı var)

YORUM EKLE