Çamur Dağının Kızı (24)

Çolak Mustafa’nın evinde kendi akrabalarından başka kimse yoktu. Köylüler, çoluk çocuk, kadın erkek Topal Şakir’in evinin önündeydi. Sadece Cemil’e kadın feryat etmiyor, köylülerin de gözlerinden aşağıya yaşlar az önce duran yağmur gibiydi. Hüsna’nın intiharı ailesini yıktığı gibi bütün köyü de yasa bürümüştü.

Gökyüzünde bulutlar parçalanıyordu. Güneş bulutların arasında kah kendini gösteriyor kah da kayboluyordu. Yaşlı gözler, konuşmayan diller. Köylü sessiz, köylü durgun. Henüz hayatının baharında kendine kıyan Hüsna kızın yasını tutuyordu.

Çamur Dağı ise beyaza bürünmüştü. Sabah köye bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken Çamur Dağının zirvesine ise karın yağması ile adeta ak gelinlik gibiydi. Öğlene doğru bulutlar arasından görüne güneş, beyaz gelinliği eritmiş, Çamur Dağı eski haline dönmüştü. Cemal öğretmen Çamur köyünde yaşananlara bir türlü anlam veremiyordu. Köye geleli henüz iki ay olmuştu ama çok şeylere tanıktı. Bir sepet elmanın içerisinde çürükleri de vardır der eskilerimiz. Umarım bu son yaşananlardan sonra çürük elmalar temizlenmiştir. 

Gogoçların harmanında toplanan köyün genç kızları Hüsna’nın kendini astığı ceviz ağacına kin dolu gözlerle bakıyorlardı. 

-Kesmek lazım bu cevizi.

-Keselim.

-Hüsna’mız bu ağaçta astı kendini.

-Dalın kırılsaydı olmaz mıydı ey ceviz ağacı? Şimdi Hüsna’mız hayatta olurdu.

-Namusunu temizledi.

-İki şerefsizi gebertti.

-Bana da çok laf attılar.

-Bana da.

-Bana da.

-Kızlar, Hüsna’mızın tabutunu biz taşıyalım kabristana kadar.

-Biz taşıyalım.

-Muhtar emmiye söyleyelim.

-Sen söyle Zeynep.

-Kadınlar tabut taşır mı?

-Neden taşımasın?

-Hüsna hem kendi namusunu temizledi hem de bizi iki pislikten kurtardı.

-Taşıyalım.

-Süsleyelim tabutunu.

-Süsleyelim.

-Hadi Zeynep söyle muhtar emmiye.

-Köyümüzün en güzel kızıydı.

-Siyah saçlar ela gözler.

-Benden güzeldi.

-Benden de. 

-Durma Zeynep, söyle muhtar emmiye.

Zeynep önde, köyün kızları arkada cenaze evine geldiler. Zeynep, Topal Şakir’in kapısında köylülerle oturan muhtar İsmail’in yanına giderek, kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Yerinden kalktı, Zeynep’le birlikte, kızların yanına geldi.

-Hüsna’nın tabutunu biz taşımak istiyoruz kabristana kadar muhtar emmi.

-Olur mu kızlar, bugüne kadar kadınların tabut taşıdığı görülmemiştir.

-O bizim namusumuzu da kurtardı.

-Biz taşıyacağız.

-Evet, biz taşıyacağız. 

-Erkekler önden gider, arkadan biz Hüsna’mızı kabristana kadar getiririz.

-Tamam, maden çok istiyorsunuz öyle olsun.

Jandarma Komutanı Necdet, beş jandarma eri ile Gogoçların harmanına gelince durdu. Atından indi. Muhtar İsmail koşarak yanına geldi. Köylüler de arkasından.

-Muhtar neler oluyor senin köyünde bu ne haldır?

-Sorma komutan, Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir de evinde öldürüldü.

-Kim öldürdü?

-Topal Şakir’in kızı Hüsna.

-Çağırın gelsin.

-Çağıramayız komutanım.

-Anlamadım, neden çağıramazsınız muhtar?

-O da öldü. Nah, işte şu ceviz ağacına kendini astı.

-Astı mı?

-Evet.

-Desene köyünüzün iki pisliği temizlendi. Temizlendi ama bir kızın canına mal oldular.

Muhtar, köyünde yaşananları cümlesi cümlesine Komutan Necdet’e anlattı. Tutulan tutanağı imza altına alıp geldiği yoldan jandarmalarla geri döndü.

Köyün kızları ise evlerine gidip çeyiz sandıklarını açtılar. Sandıklarından aldıkları yaşmaklarla cenaze evine geldiler. Musalla taşına konan Hüsna’nın tabutu üzerine yaşmaklarını açtılar. Hüsna’nın tabutu rengarenk olmuştu. İlkbaharda açan çiçeklere benzeyen tabutun önünde erkekler köyün imamı eşliğinde cenaze namazını kıldılar. “Amin” den ve yapılan duadan sonra erkekler kabristana doğru yol alırken Hüsna’nın tabutu kızların omuzundaydı.

Hüsna gözyaşları içerisinde toprağa verildikten sonra köyün gönüllü imamı Şükrü, Çolak Mustafa’nın oğlu Bekir’in namazını kıldırmak istemeyince:

-Olmaz, dedi muhtar İsmail, sen bu köyün imamısın, köyde başka cenaze namazı kıldıracak kimse yok. Ben de seninle geleceğim.

Muhtar, imamı da alarak Çolak Mustafa’nın evine geldi. Akrabalarından başka kimse katılmadı cenaze namazına. Köyün erkekleri Gogoçların harmanından ayrılmadılar. Herkes, tabuta nefretle bakıyordu. Güzelim Hüsna’nın canına neden olan Bekir ve Selim’i bağışlayamıyorlardı. 

Xxx

Ekim ayının sonlarına doğru iyice soğuyan hava, yükseklerde kar yağışına neden oldu. Tepeler apak olmuştu. Gece gündüz yanan sobaların bacalarından çıkan tezek dumanı köyün üzerine çöküyor, köyü tezek kokusu sarıyordu. Çemiş Hasan’ın kahvehanesi ise köyün erkekleri ile doluyordu.

-Burası yetmiyor Çemiş Hasan, kahvehaneyi büyütmen lazım.

-Yeter yeter, siz de hep birden gelmeyin, birazınız da evde oturun.

-Çamur Abbas’a söyleyelim de açsın kahvehaneyi.

-İyi olur, o tarafta oturanlar onun kahvehanesine giderler.

Çamur Abbas, söylenenlere kulak kabarttı. Gerçekten kahvehane tıklım tıklım doluydu. Sigara dumanına karışan tezek kokusuyla varın kahvehanedeki hava kirliliğini düşünün dedi kendi kendine. Benim kahvehaneme gelirlerse ben tezek yakmayacağım. Mavrangel’den odun taşıyıp odun yakacağım. 

-Açarım! dedi.

Herkes Çamur Abbas’a baktı.

-Çayı da daha ucuza veririm. Hatta ilk iki gün para da almam.

Bu kez gözler Çemiş Hasan’a döndü. Onun ne diyeceğini merak ediyorlardı. O, sesini çıkarmadı, içilen bardakları yıkadı, sıraya dizdi.

-Birlikte açalım senin orayı.

-Neee?

-Niye şaşırdınız, bir köyde iki kahvehane olmaz. Benim ruhsatım var Çamur Abbas’ın yok. Benim ruhsatı alır onun kahvehanesine asarız, birlikte çalışırız. Onunki daha geniş. 

-Olur, dedi Çamur Abbas.

-Benim burayı da öğretmene verir, okuma yazma kursu açar.

-Olur, neden olmasın. Ne dersin muhtar?

-Kendi aranızda kararlaştırın, muhtarlığı karıştırmayın.

Xxx

Zeynep, elinde tabakla Cemal öğretmenin kapısını çaldı. Soğuktan adeta titriyordu. Öğretmen, kapıyı açtı. Zeynep’i elinde tabakla kapıda görünce şaşırdı.

-Hayırdır Zeynep?

-Anam sana yemek yolladı.

-Sağ olsun, üşüdün titriyorsun, içeri gel diyeceğim ama olmaz.

-Yok gelmeyeyim.

Cemal, tabağı alırken eli Zeynep’in buz gibi elini tuttu. Göz göze geldiler. 

-Çok üşümüşsün, hasta olacaksın, ver bana tabağı, evine dön hasta olacaksın.

-Bir süre bakıştılar. Gözlerini birbirlerinden kaçırmıyorlar, adeta gözlerinin içine bakıyorlardı. Öğretmen heyecandan, Zeynep ise soğuktan titriyordu.

-Haydi, git Zeynep, biliyor musun?

-Neyi?

-Seni seviyorum Gudu Kız!

Zeynep, düşecek gibi oldu. Dizlerinin bağı adeta çözüldü. Düşmemek için kapının sövesini tuttu. 

-Ben de! der demez koşarak eve geldi. Yanan sobanın başına oturdu. Hala titriyordu. Yanan soba ona hayretmiyordu. Daha da sokuldu.

-Yanacaksın Zeynep, dedi anası, biraz geri çekil.

-Çok üşüdüm ana, dışarısı çok soğuktu.

-Verdin mi yemeği?

-Verdim.

Ellerini sobaya tuttu. Isınan avucunu yüzüne götürdü. Burnunun ucunu tuttu, hala buz gibiydi. “Seni seviyorum Gudu Kız” sözleri aklından çıkmıyordu. Kendisinin “ben de” demesine bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Bizimkisi boş sevgi. O başka köyden. Bu köyden dışarıya kız verilmiyor ki. Üç yıl üç ay üç gün bu köyde kalması gerekiyor. Kalacak mıydı acaba Cemal öğretmen üç yıl üç ay üç gün? Soru üstüne soru soruyordu kendisine. Onun bu düşünceli hali anası Çeşminaz kadının gözünden kaçmadı.

-Isınmadın mı hala?

Anasının söylediğini duymadı. O hala Cemal öğretmenin söylediği “Seni Seviyorum Gudu Kız” sözlerindeydi. Ben de seviyorum ama acaba boşuna mı? Beni vermezler ona. Ben de Koca Çavuş Dede’me giderim. Derim ki “Koca Çavuş Dedem, ne olursa senden olur, bizi birbirimizden ayırmasınlar.” Gider miyim? Giderim neden gitmeyeyim ki? O beni seviyor ben de onu. 

-Kızım, yanacaksın, geri çekil.

Yok yok bu kız üşümedi, buna bir haller oldu. Anlamıyorum sanıyor ama, ben çoktandır seziyorum. Boşuna sevme kızım, öğretmen on torba toprağı taşıyamaz Çamur Dağından. Sonra üç yıl da kalır mı bu köyde kalmaz mı onu da bilmiyoruz. Sebep olma elin garibine. Biliyorum, güzelsin, sevilmeyecek kız değilsin ama, umut verme elin garibine. Bırak yeni öğretmen olmuş, gittiği yerde kendi gibi namuslu birini bulup evlensin benim kara gözlü kara kaşlı güzel kızım.

-Bir şey mi dedin ana?

-Yanacaksın, dedim.

-Farkında değilim, çok üşüdüm, fark edemedim.

-Çok mu soğuk dışarısı?

-Çok soğuk ana.

-İki adımlık yolda üşüdün he?

-Üşüdüm ana.

-Ben de inandım.

-Anlamadım.

-Anlamadım mı sanıyorsun he benim kara gözlü kızım, anlamadım mı?

-Neyi ana?

-Cemal öğretmeni sevdiğini?

-Yok ana, nereden çıkarıyorsun, dedi ama gözlerini kaçırdı.

-Gel hele yanıma gel benim güzeller güzeli kızım.

Kalktı, anasının oturduğu peykeye oturdu. Başını anasının kucağına koydu. Sevgiye muhtaç hissetti kendini. 

-Yanacaktın sobada neredeyse kızım. Bu kadar çok mu seviyorsun Cemal öğretmeni?

-Evet ana, dedi.

-O da seni seviyor mu peki?

-Seviyor ana.

-Nereden anladın seni sevdiğini?

-Senin verdiğin yemeği götürdüm. Tabağı aldıktan sonra, gözlerimin içine bakarak, “Seni seviyorum Gudu Kız” dedi.

-Sen ne dedin peki?

-Ben de dedim.

Kızının saçlarını okşadı. Sevginin ne olduğunu çok iyi biliyordu. O da kocası ile birbirlerini çok sevmişlerdi ama ömür vefa etmemişti. Genç yaşta dul kalmıştı. Bebesi Zeynep’e hem analık hem de babalık yaparak büyütmüştü onu. Bir öğretmenin aşkına yok olup gitmesini istemiyordu. Köyün töresi vardı. Bu töre kalkmadıkça evlenemezdiler. Taşıyamaz o Çamur Dağından on torba toprağı. Eğildi kızının saçlarından öptü. 

-Kaçmazsın ona değil mi?

-Ne kaçması ana, ben seni evlensem de bırakmam.

-Bırakma güzel kızım, ben de sensiz duramam.

(Devamı var)

YORUM EKLE