Çamur Dağının Kızı (26)

Çamur Abbas, Memiş Hasan ile birlikte kahvehanesini yeniden açtı. Memiş Hasan’ın kahvehanesi ise artık okuma yazma öğrenmek isteyenlerle dolup taşıyordu. Cemal öğretmenin babası, annesi ve kız kardeşini köye getirmenin üstünden henüz bir hafta geçmemişti ama köylülerle çok iyi bağdaşmış olmaları onu sevindirmişti. Baba Osman, öğlene kadar evinde duruyor, öğleden sonra ise kahvehaneye gidiyordu. Köylüler onun gurbette yaptığı çalışmaları dinliyorlardı.

-Osman usta, bizim köyden gurbete gidip çalışan olmadığı için gurbetin nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz.

-Nasıl anlatsam muhtar, gurbet hasrettir, gurbet özlemdir. Akşam işten döndüğün zaman inan yemek yerken köyün gözlerinin önüne gelir ve lokma boğazında düğüm düğüm olur. Yutkunmak istersin ama yutamazsın. Karın, kızın, oğlun hatta her zaman sırtını okşayıp sevdiğin kedin bile gözlerinin önünden gitmez. Üstün başın temiz değildir. Her gün yıkansan ancak ama nerede o imkan. Zaten yıkanmak istesen de yıkanamazsın. Yorgunsundur, bitkinsindir.

-Oğlun öğretmen oldu, gitmezsin artık gurbete.

-Nasıl gitmezsin muhtar, oğlum öğretmen oldu diye sevinirsin ama o da yarın evlenecek, çoluk çocuğa karışacak. Aldığı o maaşla zar zor geçinir. Onun için sen yine gurbetin yoluna düşersin.

-Bak ne diyeceğim Osman usta, biz köye bir havuz yaptırmak istiyoruz. Senin de ustalığın olduğuna göre, gel bu havuzu sen yap dersem kabul eder misin?

-Bilmem ki muhtar. Havuz için iyi malzeme lazım, tedarik edebilir misiniz bilmem.

-O tarafını sen düşünme. Malzemede sıkıntı yaşamayız. Sen hele bir “olur” de gerisine karışma. 

-Bir de evdekilerle konuşayım sana ondan sonra cevap vereyim muhtar.

-Sen nasıl istersen. Eğer köyde malım var, karım, kızım gitmek ister dersen benim boş bir ahırım var, bostan da veririm dikersiniz. 

-Bakalım muhtar.

-Olur de Osman usta, dedi Çemiş Hasan. Karın kızın kalmak istemezse de sen kal, yapalım köyümüze havuzu. Ha bu gördüğün avara kasnakların hepsi senin amelen olur. Sen yeter ki he de. Kurtar bizi bu sıkıntıdan. Gurbete de gitmez, karın, kızın ve oğlunun yanında olursun.

-Tamam ben size bir iki gün içinde cevap veririm.

-Bence hiç düşünme, dedi Çamur Abbas, sen yapmazsan bir başkasına yaptıracağız. Belki gurbette kazandığın kadar burada kazanamazsın ama hiç değilse çoluğun çocuğun yanında olursun.

-Tamam ben size söylerim son kararımı. Muhtar, unutmadan söyleyeyim, her evimize gelen komşular illa da ellerinde bir şeylerle geliyorlar. Evde konulacak yer kalmadı. Bizleri mahcup ediyorsunuz. Allah, hepinizden razı olsun. Hepiniz çok iyi insanlarsınız. Gelen hoş geldi sefa geldi ama, bir kere de eliniz boş gelin. 

Osman usta gösterilen ilgiden çok memnundu. Belli ki, öğretmen oğlu Cemal, kısa zamanda köylülerin sevgisini kazanmış. Zaten o her zaman insanları seven, karıncayı dahi incitmeyen bir genç. Onun güzel ahlakı baba olarak kendisini çok mutlu ediyordu. Akşam eve geldiğinde oğlunu evde göremeyince:

-Cemal gelmedi mi?

-Geldi de gitti.

-Neden?

-Okuma yazma kursu açmış, okuma yazma bilmeyen kadınlara okuma yazma öğretiyor.

-Şimdi anlaşıldı.

-Neyi?

-Köylünün Cemal’i neden bu kadar sevdiği.

-Çok iyi insanlar bu köylüler bey. Evimiz misafirden eksik olmuyor. Her gelen de eli boş gelmiyor.

-Ben de onu söyledim muhtara. Evimizde gelenleri koyacak yer kalmadı. Misafirlerin başımız üstünde yeri var, dedim. Gelenler eli boş gelsin.

-İyi demişsin, gerçekten koyacak yer kalmadı.

-Çeşminaz nerede?

-O da abisiyle gitti.

-O, okuma yazma biliyor, ne için gitti?

-Köyün kadınlarını, kızlarını daha yakından tanımış olurum, deyip gitti.

Osman usta pencerenin önüne oturdu. Aliye kadın sobayı yakmış ev sıcacıktı. Pencereden dışarıya bakınca ayın Çamur Dağından yükseldiğini gördü.

-Ay akşamdan doğdu hanım.

-Öyle.

Gogoçların geveze köpeği durmadan havlıyordu. Onun havlamasından başka havlama sesi yoktu. 

-Bu komşuların köpeği çok geveze, sabaha kadar havlıyor. Sabah olunca da susuyor. Uyutmuyor insanı.

Elinde gaz feneri ile gelenleri gördü. Cemal ile kızı Çeşminaz birlikte geliyorlardı. Şehir merkezlerinde elektrik vardı ama köyler henüz elektriğe kavuşmamıştı. Onun için köylerde evler gaz lambaları, maddi durumları iyi olanlar ise lüks ile aydınlatılıyordu. Şehirlerin sokaklarında da lambalar vardı. Köylere ne zaman elektrik gelecek henüz bir şey bilmiyordu. Köylere de elektrik gelse ne güzel olurdu. Şu gaz lambasının kokusundan kurtulur, odaların havası gaz kokusu ile kirlenmezdi. 

-Geldiler hanım, ben bir daha kalkmayayım aç kapıyı.

Aliye ana kapıyı açtı. Oğlu ile kızı ellerinde gaz feneri ile içeri girdi. 

-Cemal, feneri dışarıda söndür, evdeki lambanın kokusu zaten yetiyor.

-Gelin bakalım, ne yaptınız?

-Ben bir şey yapmadım baba, köylü kızlarla tanıştım. Hepsi de büyük yakınlık gösterdiler.

-Öyle kızım, erkekler de bana büyük yakınlık gösteriyorlar. Ha, unutmadan söyleyeyim. Muhtar bana köye bir havuz yapmamı söyledi. Ne dersiniz?

-İyi olur bey, gurbete gitmeden kurtarırsın. Ne cevap verdin?

-Bir de size sorayım, dedim. Sen ne dersin muallim bey?

-Ben de iyi olur derim baba. Köylüler sen yapsan da yapmasan da havuz yapacaklar. Onun hazırlığına hatta şimdiden başladılar. Ben yaz tatilinde annem ve kız kardeşimle kalırım köyde. Sen de bu evde kalırsın. Fırsat buldukça da köye gelirsin.

-Doğru dersin Cemal. Zaten bıkmıştım gurbet hayatından. Burası da yarım gurbet sayılır ama hiç değilse köylülerle birlikte olacağım. Tanıdık insanlar. Haydi acıktık yiyelim.

Yemekten sonra Cemal, yarınki derslerine hazırlık için odasına geçti. Anası, çoktan odasına kurulu küçük sobayı yakmıştı. Oda sımsıcaktı. “Biraz yaslansam mı, bugün bayağı yoruldum. Hem okul hem de kurs yorucu oluyor. Olsun, daha gencim, çalışmam, sadece çocuklara değil, bu köyün insanlarına da bir şeyler öğretmen, okumayı bilmeyenlere okuma yazma öğretmem lazım” dedi kendi kendine. Peykenin üzerine uzandı. Hemen Zeynep geldi gözlerinin önüne. Yemek tabağını alırken tuttuğu eli hiç unutamıyordu. Buz gibiydi ama, kendisinin eli ısıtmıştı onun buz gibi bedenini. 

Kapı açıldı. Çeşminaz elinde çay ile odaya girdi. 

-Abi anam çay demledi. Al abine götür içsin dedi uşağım.

-Çok iyi oldu Çeşminaz, bugün bayağı yoruldum.

-Çok yoruyorsun kendini.

-Olsun, yorulmak bana mutluluk veriyor.

-Abi…

-Söyle.

-Bu bitişiğimizde ana kız komşu var ya.

-Var evet.

-Birkaç gündür Zeynep adındaki kızla oturup sohbet ediyoruz.

-Eee.

-Çok hoş bir kız. Derim ki…

-Ne dersin?

-Ne bileyim, sen ve o ikinize çok iyi yakışırsınız. Güzel kız da…

-Senden de güzel mi bari?

-Güzel güzel.

-Sonra?

-Anama söyleyeyim, kimse istemeden sana istesinler.

-Bu ne acele kız. Daha köye geleli bir ay olmadan bana cici ninelik yapmaya başladın.

-Ne bileyim, kanım kaynadı ona.

-Sadece senin değil, benim de kanım kaynadı ona. Sana bir şey söyleyeyim ama kimseye söylemeyeceğine söz vereceksin.

-Söz tabi abi, kimseye söylemem.

-Biz birbirimizi seviyoruz ama belli etmiyoruz.

-Anlamıştım zaten. Kursta kız gözlerini senden hiç ayırmıyordu. 

-Bilmediğin bir şey var.

-Neymiş o?

-Bu köyden dışarıya kız vermiyorlar.

-Nasıl yani?

-Bu köyden kız seven delikanlı, ya Çamur Dağının her iki yakasından on torba toprak getirecek ya da üç yıl üç ay üç gün bu köyde kalacak. Töre böyleymiş. Töre yüzünden çok sevgililer birbirinden ayrılırken, toprak getirmeye çalışanların bazıları da ya bırakıp gittiler ya da öldüler.

-Deme.

-Öyle Çeşminaz. Zeynep ile karar aldık. Birbirimizi seveceğiz ama hiç belli etmeyeceğiz. Yoksa dedikodu çıkarsa hem mesleğimden olurum hem de bu köyden ayrılmak zorunda kalırım. Üç yıl üç ay üç gün bekleyeceğiz. 

-Bu nasıl töre abi?

-Öyle kızım. Buranın kızları, kadınlar gibi bizim güveç dediğimiz onların ise gudu dedikleri toprak kapları yapmayı çok iyi biliyorlar. Kızları dışarı köylülere vermiyorlar ki, başka köylüler öğrenmesin diye.

-Olmaz öyle töre abi.

-Sen ne kadar olmaz dersen de töre bu kızım. Sen bana bir çay daha getir de uyumadan yarınki derslerime hazırlanayım.

-Tamam. Peki, buranın erkekleri başka köylerdeki kızlarla evlenebiliyorlar mı?

-Onda bir sorun yok, evlenebiliyorlar.

-Allah Allah, çok tuhaf. Böyle töre mi olur? Erkekler evleniyor, kızlar evlenemiyor.

-Takma kafanı, sen bana bir çay getir.

Çeşminaz, bardağı alıp yeniden doldurup getirdi. 

-Sana kolay gelsin abi.

-Sağol.

Çeşminaz, düşünceli mabeyine çıktı. Sobanın üzerinde ısınan suyu aldı. Bulaşıkları yıkamaya başladı.

-Biz yatıyoruz kızım.

-Tamam ana, ben de bulaşıkları yıkadım mı yatacağım.

-Hayırlı geceler.

-Sizlere de ana.

Birkaç kez muhtar İsmail’in oğlu Ömer ile karşılaştığında her ikisi de birbirlerine dikkatlice bakmışlardı. Gözlerini ilk kaçıran kendisi olmuştu. Yakışıklı oğlan. Uzun boylu, kara kaşlı, kara gözlü. Bekar olup olmadığını bilmiyordu ama herhalde bekardı. Anasından başka kadın yoktu evlerinde. Acaba köyde sevdiği bir kız var mıydı? Allah bilir ya bu köyün kızları da birbirinden güzel. Böyle güzel kızlara hangi erkek aşık olmaz ki? Ben de güzel miyim acaba? Elindeki bulaşık tabağı ile hemen karşıdaki duvarda asılı olan küçücük aynanın karşısına geçti. Kendine dikkatlice baktı. “Ben de güzelim canım” dedi.

(Devamı var)

YORUM EKLE