Çamur Dağının Kızı (27)

Kış zirvelerden kendini göstermeye başladı. Köylüler sabah kalktıklarında Çamur Dağı ile Vavuk Dağı zirvelerinin karla kaplı olduğunu gördüler. “Üç dağa bir bağa” diyen eskilerin söylediği gerçek oluyor dedi kendi kendine Çemiş Hasan. Çamur Abbas, akşam kahvehaneyi o kapattığı için sabah açma sırası Çemiş Hasan’daydı. Sabahın soğuğu adeta ciğerlerine kadar işliyordu. Ellerine ağzına götürerek “hu”ladı. “Bu ne soğuk, kar soğuğu, kar soğuğu.” Kapıyı açtı. Akşamdan Çamur Abbas’ın hazırladığı odunları sobaya yerleştirdi. Odunların önüne iki parça çıra koydu. Benzinle çalışan “muhtar çakmağı” ile çıraları tutuşturdu. Kara demliği su doldurup sobanın üzerine koydu. Çay kazanının altını da yakarak su ile doldurdu.

Okula giden çocuklar ise soğuğa yenik düşmemek için koşarak gidiyorlardı. Cemal öğretmen de her iki sınıfın sobasını çoktan yakmıştı. Çocuklar gelince üşümesinler dedi. Her sabah erkenden gelerek sobayı yakıyordu. Köy ilkokullarına yardımcı hizmetlerden görevli vermedikleri için sobaları yakmak da o köyün öğretmenine kalıyordu. Kendisinden önceki öğretmen, okulu o gün paydos ederken, sabah sobayı yakacak öğrencinin adını söylüyordu ama, o bu uygulamayı kaldırarak, kendisi yakıyordu.

Sabah erkenden okula gelirken Zeynep’i de ahıra giderken görmüş, selamlaşmıştı ama konuşmadılar. Birbirleri arasında karar almışlardı, uzaktan uzağa birbirlerine sevgilerini göstereceklerdi ama kimseye belli etmeyeceklerdi. Köyde dedikodu çıkmasını istemiyordu. Onun önceliği iyi bir öğretmen olduktan sonra iyi bir evlilik yapmaktı. İyi bir öğretmen olmak için de her türlü çabayı gösteriyordu. Öğrencilerini çok seviyordu. Köyde kız çocukları da dahil okula gelmeyen çocuk kalmamıştı. Başta karşı çıkanlar olmuştu ama aileleri ile görüşerek çocukların okula gelmesini sağlamıştı. Amirlerinin de istediği buydu. Valilikten tüm okullara gelen genelge ile tüm çocukların okula gelmeleri sağlanacak, diyordu. Cemal öğretmen de bunu gerçekleştirdiği için çok mutluydu.

-Hanım Cemal her gün böyle erken mi gidiyor?

-Evet.

-Neden?

-Sınıfların sobalarını yakıyor.

-O mu yakıyor sobaları?

-O yakıyor, başka kim yakacak ki?

-Bizim zamanımızda üçüncü sınıf öğrencileri sıra ile yakardık.

-Önceki öğretmen sizin zamanınızdaki gibi yapıyordu ama bu kaldırdı, kendisi yakıyor.

-İyi yapmış. Sabah erkenden çocuk kalkıp okula gidecek iki sınıfın da sobasını yakacak, olmaz. Helal benim uşağıma.

-Bir de evlendirebilsek bey.

-O kadar erken mi hele çalışsın, para biriktirsin.

-Bu para biriktiremez.

-Nedenmiş o?

-Kırk beş öğrencinin ayağına yeni lastik almış.

-Aferin. Kimin oğlu?

-Benim.

-Hem senin hem benim hatun.

-Beni niye okutmadın baba. Ben de ortaokulda okur, öğretmen okulunu da abim gibi bitirirdim.

-Biliyorum kızım, sen de abin gibi çok zekiydin. Abini çok sıkıntı çekerek okuttum, seni de okutmak isterdim ama gücüm yoktu kızım.

-Şaka diyorum baba. Ben sizlerden ayrı bir yerlerde kalamazdım. 

-Ben bugün kahvehaneye erken gideceğim hanım.

-Nedenmiş?

-Havuz işini şimdiden konuşmam lazım. Alınacak malzemeyi söyleyeyim de şimdiden hazırlığa başlasınlar.

-Sen bilirsin bey. Öğle yemeğine gel. Buraya geldik geleli öğle yemeğine doğru dürüst gelmiyorsun. 

-Tamam, başımıza vurma gelirim.

Evden çıktı. Çamur Dağı’na baktı. Güneşin altında parlayan karı görünce gözleri kamaştı. Ellerinin üşüdüğünü hissetti. Pantolonun ceplerine soktu. “Buraların da kışı geldi. Kış memleketinde yaşıyoruz. Yazımız çok kısa kışımız uzun.” Kahvehanenin kapısını açtı. Sobanın sıcağı hemen yüzüne vurdu. 

-Çemiş Hasan hemen çay ver ne soğuk var.

-Buralar öyle Osman usta, Çamur Dağı’na kar yağmaya görsün, köyümüz hemen buz kesiyor.

-Gerçekten öyle. Birkaç günde hava sıcaklığı nasıl da değişti. 

-Bu daha bir şey değil. Hele kar bir de köyün içerisine insin. Çeşmemizdeki su donuyor da su almak için buzları kırmak zorunda kalıyoruz.

Muhtar İsmail de bekçi ile birlikte içeri girdiler. Muhtar da hemen çay söyledi. Geldi Osman ustanın masasına selam vererek oturdu. 

-Çok soğuk Osman usta.

-Öyle muhtar. Kış burada bayağı soğuk geçiyor.

-Öyle Çamur Dağı’na yağan kar ta mayıs ayına kadar erimiyor. Yakındır karın köye inmesi. 

Öğlene doğru kahvehane gittikçe kalabalıklaştı. Evinden çıkan soluğu kahvehanede alıyordu. Muhtarın oturduğu masanın çevresi gittikçe kalabalıklaşıyordu.

-Muhtar, evdekilerle konuştum. Köyünüze havuz yapmayı kabul ediyorum.

-Sağol Osman usta.

-Muhtar, havuzunuzu Horasan harcı ile yapacağım.

-O nasıl bir şey Osman usta?

-Havuz yapıldıktan sonra su kaybı olmaması gerekiyor muhtar. Onun için sizlerden yumurta biriktirmenizi ya da çalışma sırasında yumurta getirmenizi isteyeceğim.

-Yumurta mı o ne olacak Osman usta.

-Yumurtanın beyazını harca katacağım. Kireç, kum ve yumurtanın beyazından Horasan harcını yapacağız.

-Harç mı yapacaksın?

-Evet muhtar. 

-O kadar yumurtayı nereden bulacağız. Su ile harcı yapmayacak mısın?

-Elbette su ile yapacağız ama yumurtanın beyazını katarak.

-Sarıları ne olacak.

-Yiyeceksiniz.

-Allah Allah. İlk defa duyuyorum Osman usta.

-Şu yol üzerinde bulunan kemer köprüler var ya onların harcı da Horasan harcıdır.

-Köydeki tavukların yumurtaları yetmez Osman usta, başka köylerden o zaman yumurta toplayacağız.

-Öyle.

Köylüler Horasan harcını duyunca birbirlerine bakarak, “Yoksa bu Osman usta, usta değil mi?” sorusunu gözleri ile sorar gibiydiler. Şalak Hamdi, dayanamadı sordu:

-Osman usta, o kadar yumurta sarısını kim yiyecek ki, içimiz dışımız yumurta sarısı olur.

-Daha iyi ya Şalak Hamdi, şalaklığın gider de kara suvatın sarıya döner de biraz arınır, dedi Tosun Ahmet.

-Sanki sen çok beyazsın. 

Kahvehanede köylülerin sohbeti sürüp gidiyordu. Artık yapacak bir işleri kalmamıştı. Köylük yerde en rahat aylar kış aylarıydı erkekler için. Onlar sadece yağan karı, eğer evlerinin damı topraksa kürek ya da tapanla kürüyorlardı. Soba yakmak, ahırda hayvanları bakmak artık kadınların ve kızların işiydi. Kar yağışıyla yollar kapandığı için şehre gidemiyorlar, kışlık ihtiyaçlarını toptan alıyorlardı.

Uzun zamandır köylülerden ayrı kalan Çolak Mustafa kahvehanenin kapısını açarak içeri girdi. “Selam” verdi. Sobanın uzağındaki masa boştu, gitti oraya oturdu. Kahvehanedekiler, verilen selamı almadıkları gibi, sırtlarını döndüler. Çemiş Hasan, muhtar İsmail’le göz göze geldi. Muhtar, “Çolak Mustafa’ya çay ver” dercesine başını salladı.

-Öyle niye uzak oturdun, Çolak, üşümüşsündür, sobanın yanına gel.

-Sağol muhtar üşümedim. Böyle iyi.

-Gel gel, dışarıda hava soğuk.

Köylüler, Muhtar İsmail’in, Çolak Mustafa’ya gösterdiği ilgiden rahatsız oldular. Rahatsızlıklarını hallerinden belli ediyordular. Muhtar, durumu anladı:

-Hiç de rahatsız olmayın. Bu garibin, Kalas Halil’in ne günahı var. Onlar mı söyledi çocuklarına böyle böyle yapın?

Topal Şakir, ayağa kalktı. Kızının acısı hala yüreğindeydi. Ne yüzle bu adam kahvehaneye gelir, benim bir tanecik güzeller güzeli kızımın ölümüne bu adamın oğlu sebep olmadı mı, ben şimdi onu karşıma alıp nasıl çay içerim. Çolak Mustafa’ya gözlerinden şimşek çakar gibi bakıyordu. 

-Otur yerine Topal Şakir!

-Muhtar! Seni sayarım, severim. Bu köyün muhtarısın ama bu adamın olduğu yerde ben olmam. Ya o kalacak ya da ben gideceğim. Yoksa elimden bir kaza çıkacak.

-O da kalacak sen de gitmeyeceksin. Otur yerine diyorsam, otur.

-Olmaz muhtar.

-Otur yerine, beni bağırtma.

Kahvehanedekiler sus pus olmuş, muhtarla Topal Şakir’in konuşmalarına kulak kesmişlerdi.

-Topal otur yerine, dedim, bana bir daha dedirtme.

Topal Şakir, Çolak Mustafa’ya ters ters bakarak yerine oturdu. Kahvehanede ses çıkmıyordu, sobanın üzerindeki ibrikte kaynayan sudan başka.

-Çamur Abbas, bir çay Topal Şakir’e bir çay da Çolak Mustafa’ya ver.

-Bana verme, dedi Topal Şakir.

-Ver dedimse ver Çamur Abbas!

Çamur Abbas, muhtarın dediğini yaptı. Ne Topal Şakir ne de Çolak Mustafa gelen çaya baktı. Her ikisi de muhtar ne diyecek diye onun ağzının içine bakıyordu.

-Bekçi!

-Buyur muhtarım.

-Gir, Kalas Halil’i de çağır, deki muhtar İsmail seni Çamur Abbas’ın kahvehanesine çağırdı.

-Emredersin muhtarım.

Topal Şakir, bu kez daha öfkeyle ayağa kalktı.

-Olmuyor muhtar, biri yetmemiş gibi diğerini de çağırıyorsun. Bunların itleri değil mi benim kızımın namusunu kirleten, benim kızımın ölümüne sebep olan.

-Doğru söylersin Topal. Allah korusun benim oğlum Ömer bir suç işlese benim ne günahım var?

-Evladı da evlat gibi yetiştireceksin muhtar. Bunlar evlat değil it yetiştirdiler. Beni bunlarla karşı karşıya getirme yoksa canlarına okurum. 

-Topal, bu köyde huzursuzluk olsun istemiyorum. Sana bu adamların bir günahı yok diyorum, itleri de cezasını buldu. Senin kız da çok onurlu namuslu bir kızdı ki namusunu temizledi. Alnında bir karayla yaşamak istemedi, canına kıydı. 

-Benim kızım bir daha geri gelir mi muhtar?

-Gelmez, biliyorum ama bu düşmanlık ömür boyu sürmez Topal Şakir.

Bekçi, Kalas Halil ile birlikte kapıdan içeri girdiler. Topal Şakir sandalyeyi kaparak Kalan Halil’in üzerine yürüdü. Köylüler engel oldu, elindeki sandalyeyi tam Kalas Halil’in kafasına indirecekken tuttular.

(Devamı var)

YORUM EKLE