Canboğul (47)

Çığ olayını duyan çevre köylüler ellerinde fener ve kazma küreklerle akın akın Zigana’ya geliyordular. Jandarma Komutanı Yüzbaşı Cengiz, gelen köylüleri gruplara ayırıyor, bir an önce çığ altında kalanların kurtarılmasını istiyordu. Gecenin karanlığında köylülerin getirdiği fenerlerle Zigana apaktı. Her kazma ve küreğin başında bir fener vardı. Yorulan, kazma ya da küreği ışığı tutana veriyor, kalan yerden bir diğeri devam ediyordu. Kısa bir süre sonra Zigana köyünden at arabasına binen Özgünlerin Hasan yaralı olarak kurtarıldı. Jandarma içerisinde sıhhiye olan asker gerekli müdahaleyi yaptıktan sonra bir ata bindirilerek Lütfi Ağanın malikanesine getirildi. 

Sobanın yakınındaki peykenin üzerine yatırıldı, üstü örtüldü. At arabasını kullanan Kemal ise yara almadan kurtulmuş o da Lütfi Ağanın malikanesindeydi. Çok korktuğu her halinden belli oluyordu. Kendisine getirilen çayı ağzına götürürken eli tir tir titriyordu. Hala kendine gelememişti. Korkulu gözlerle malikaneye girip çıkanlara bakıyordu. 

Lütfi Ağa, karısına büyük bir kazanda çorba pişirmesini söyledi. “Bu saatten sonra içilecek sıcak çorba insana canlılık verir hatun.” Kendisi sık sık dışarı çıkıyor, yola bakıyordu gelen var mı diye. Malikanesinden çığın geldiği yer görünüyordu. Gaz fenerlerin ışığında köylüler karınca misali çalışıyorlardı. İçeri girdi. 

-Hala kazıyorlar. Aradan çok zaman geçti, bu saatten sonra sağ çıkarmak zor. Allah’tan umut kesilmez, öldürmeyen Allah öldürmez. 

Kendine bir çay koydu. Öttürerek yudum aldı. 

-Bu insanlar bilmezler mi bu aylarda buralardan çok çığ geldiğini? Nasıl olur da yola çıkarlar? Yıllarca bu dağlardayım, bu günlerde değil Ciharlı’ya, Maçka’ya bile gitmedim. Ben bilmez miyim bu yolları? Her toprağında ayak izlerim vardır. Nereye ayağını bassan “buradan Lütfi Ağa geçti” der insana. Geldim gidiyorum bu insanlara akıl öğretemedim. Kuymağı yapmasını bilmeyen, kuymak yemeyen insanda akıl olur mu?

-Ha şimdi öyle konuştun ki, ne alakası var çığın kuymakla?

-Sen anlamazsın hanım, kuymak yiyen zeki olur, kuymak yiyen uyanık olur, hele bir de yanında Zigana’nın bin bir çiçeğinden yapılmış bal var ise.

Yeniden iki bardak çay doldurdu. Kendine bir türlü gelemeyen Kemal’in önüne bardağın bir tanesini koydu. Şekerini attı, karıştırdı. 

-Al bir yudum da nasıl oldu anlat bakalım.

Kemal’in titremesi biraz azalmış, yavaş yavaş yüzüne de renk gelmeye başlamıştı. Çayı eline aldı. Üç diklemede bitirdi.

-Yavaş ol yanacaksın. Neyse anlat bakalım.

-Ağam, bilirsin her Cuma Ardasa’dan iki asker posta ile gelir.

-Bilirim.

-Onlarla Zigana köyünde buluşur, Maçka’ya kadar gider postayı teslim ederiz. Her cuma günleri böyle yaparız. Sen de bilirsin.

-Bilirim, hele anlat.

-Askerler geldi köye. Ben de onları bekliyordum. Servet’in orada birer çay içtikten sonra at arabamla yola çıktık. Şeker’in çeşmesine geldiğimizde Özgünlerin Kemal’i gördük. Yanında durduk. Nereye gittiğini sorduk. Bize “Maçka’ya” deyince arabamıza aldık. Senin buraya kadar geldik. Senden de birer çay içtik.

-İçtiniz, helal olsun. 

-Yol temiz görünüyordu. Hatta bazı yerler kürekle ne temizlenmişti. Ciharlı yol ayrımına az kalmıştı. Son dönemeci dönüp, yol ayrımına inecektik. Dönemeci döndükten az sonra bir gürültü koptu. Neye uğradığımızı şaşırdık. Gelen çığ bizi altına aldı. Ben atın yularını sıkı tutuyordum, hiç bırakmadım. Askerler arkada oturuyorlardı. Yolda aldığımız Özgünlerin Kemal de benim yanımda oturuyordu. Çığ bizi iki yüz, üç yüz metre sürükledi.  Ben hep çığın üstünde gidiyordum. Yanımdaki Özgünlerin Kemal bir ara düştü. Askerler ise kayboldu. Bana herhangi bir şey olmadı. Sonrasını biliyorsun. 

-Biliyorum, biliyorum. 

Gece yarısına kadar yapılan çalışmalar sonucunca iki askerin cansız bedenlerine ulaşıldı. Yapılan sallara şehit olan askerler yerleştirildi, sıkıca bağlanıldı. Omuzlara alınan sallar. Lütfi Ağanın bulunduğu Zigana zirvesine götürmek için yola çıkıldı.

Jandarma Komutanı Yüzbaşı Cengiz, zirvede toplanan köylülere:

-Arkadaşlar, ne yazık ki iki askerimiz bu çığda şehit oldu. Hepinizden Allah razı olsun, canla başla çalıştınız. Köylerinize dönebilirsiniz. Yoruldunuz, gidip dinlenin, biz bundan sonrasını hallederiz. 

Xxx

Laz Hasan, kahvehanesini kapatmadı. Yaşlı köylüler masaların başında uyuyorlardı. Zigana’dan gelecek sevindirici haberi bekliyorlardı. Mahmut emmi, toptancı Cemil’in torbalar içerisinde getirdiği urbaları kahvehaneye taşıtmış, Laz Hasan’la sohbet ediyordu.

-Bu durumda gidemezsin Mahmut emmi.

-Gideriz, gideriz de Hasan artık ayağım çekmiyor dersem yalan söylemiş olmam. O kadar yolu git, dağın birini geç. Yürü babam yürü. Daha beter bir geçide var, geç geçebilirsen. Şu yollar yapılsa da kurtarsak bu katırcılıktan. 

-Doğru dersin emmi de ekmek meselesi ne yapacaksın.

-Doğru dersin de biz de az kalsın çığ altında kalıyorduk. Canımızı son anda kurtardık. Çığ altında kalaydık, Allah bilir ya hepimiz ölmüştük. 

-Allah korusun emmim. Çayı yeni demledim, içelim birer tane.

-Olur al da getir. Gelmediklerine göre hala çalışıyorlar. Sabah ışıkladı ışıklayacak. Allah vere de sağ kurtaralar.

-İnşallah emmi.

Kahvehaneyi aydınlatan lüksün gazı bitiyor, fitili kararıyordu. Laz Hasan, tavanda asılan lüksü indirdi. Gazını koydu, yeniden yaktı.

-Yakmayaydın, sabah oluyor.

-Yansın emmi, dağdan dönenler yorgun olur, ışığın yandığını görünce gelirler, birer çay içiririz onlara.

-O da olur. Ben bir yola bakayım gelen var mı?

-Bak emmi, ben de kazanı su doldurayım, sobayı da yakayım, onlar şimdi üşümüşlerdir.

Laz Hasan, sobayı yakarken, Mahmut emmi dışarı çıktı. Zigana tarafından gelen yola baktı. Henüz görünürlerde kimsecikler yoktu. Sabah soğuğu içini ürpertti. Laz Hasan’a seslendi:

-Laz Hasan hele bir sigara sar da getir bana.

-Hayırdır emmi, sen sigara içer miydin?

-Böyle günlerde içilmez de ne zaman içilir Laz Hasan?

-Doğru dersin emmi, sardığı sigarayı uzattı, çakmağını çıkardı, yaktı.

Mahmut emmi, derince çekiverdi. Dışarıya bıraktığı duman, gecenin alaca karanlığında dalgalanarak kayboldu. 

-Allah o Mehmetçiklerin anasına babasına sabır versin.

-Öyle emmi. Üşürsün içeri gel.

-Üşümüyorum Laz Hasan, böyle günde üşümek mi? 

-Peki emmi, kazan kaynamıştır, altını kapatayım.

Derin çekiş yaptı sigarasından Mahmut emmi. Kars’ta asker olan oğlu geldi gözlerinin önüne. Ne yapıyordur bu kışta kıyamette. Buralarda hava ısınıyor ama oralar hala kar kış. Nöbet mi tutuyor acaba? Gönderdiği mektupta harçlık istemişti. Gönderdim ama eline vardı mı acaba? Nöbetteyse üşüyordur şimdi. O Türk askeridir üşümez. Mehmetçikler üşümez. Onlar Peygamber ocağındadırlar. Peygamber ocağında üşümek yoktur. Vatan vardır, vatan toprağı vardır, ay yıldızlı bayrak vardır. Biten sigarasını yere attı. Çiğneyerek söndürdü. Sağ ayağındaki lastiğin uçtan yırtıldığını gördü. Buralarda yama yapan yok. Sevkiyat yaparken Ardasa kasabasından nasıl olsa konaklayacağız, orada Çapulacı Hüseyin var, sanatının erbabıdır, ona yama yaptırırım. Unutmasam da yanıma alsam. Abdullah’ın “selam” vermesi ile kendine geldi.

-Çok daldın Mahmut emmi?

-Sen miydin Abdullah. Ayağa kalktı. Zigana’ya gidenler dönmüştü. Katırlardan, eşeklerden inen kahvehaneye giriyordu. O da onlarla içeri girdi. 

Onların gelişiyle, kahvehanede masa başında uyuyanlar da uyandı. Mahmut emmi:

-Hele oturun, Hasan çaylarınızı getirir. İnşallah kurtardınız askerlerimizi.

-Yok, dedi Abdullah, ikisi de şehit oldu emmi.

-Deme? dedi ve tuttuğu sandalyeye yavaşça oturdu. Hele otur da anlat.

Laz Hasan çayları dağıttı. Bir anda kahvehanenin içi karıştırılan çay bardaklarının sesi ile doldu. 

-At arabasını kullanan Kemal, çığda yara almadan kurtuldu emmi. Özgünlerin Hasan’ı da yaralı olarak kurtardık. Durumu iyi. Anlatılana göre at arabasının arkasında oturan iki asker vardı. İşte onlar çığın altında kaldı.

-Sonra?

-Sonrası emmi, uzun uğraştan sonra onları çığın altından çıkardık ama şehit olmuşlardı. 

-Deme?

-Öyle emmi. Komutan, askerlerin birinin Tirebolulu olduğunu söyledi. Diğeri ise garibanın biriymiş. Ne anası ne babası ne de bir akrabası varmış. 

-Of of.

-Of of da ne of emmi. Yüzbaşının anlattığına göre o kimi kimsesi olmayan askerin terhisi çoktan gelmiş. Gelmiş ama terhis olmamış. 

-Nasıl yani?

-Çıkmış komutanının yanına, komutanına demiş ki ’Komutanım benim kimim kimsem yok. Ermeniler benim dışımda bütün ailemi katlettiler. Beni terhis ederseniz ben nereye giderim? Beni terhis etmeyin. Ben sizden bir şey istemiyorum. Bu asker ocağında yediğim yemek, bana verdiğiniz urbalar yeter, beni terhis etmeyin.’ Terhis etmemişler garibanı. Yüzbaşı, hepimize teşekkür etti emmi. Yarın öğle namazından sonra Zigana’da şehitlerin cenaze namazları kılınacak. Tirebolulu olan baba ocağına gönderilecek, o gariban Mehmetçik de Zigana’da toprağa verilecek.

-Vay ki ne vay. Ah garibim. O zaman yarın, gerçi sabah oldu da cenaze namazına katılalım. 

-Gelirken yolda konuştuk emmi. Şimdi evlerimize gidelim, üstümüzü başımızı değişip, bir şeyler de atıştırdıktan sonra yola çıkacağız.

-Ben de eve gidip katırımı alıp geleyim, birlikte gideriz. Kahvehanenin önünde toplanır birlikte yola çıkarız.

-Tamam emmi.

(Devamı var)

YORUM EKLE