Salih Bey Köprüsü (61)

-Bak ne diyeceğim benim güzel nenem…Ellerinden öper benim hanımın adı Gülbahar.

-Bilmeyen mi var Asım çavuş?

-Yok demem o değil, adında ‘Gül’ var mı, var… Gelinimin adı Gülizar… Adında ‘Gül’ var mı var… E, neden bir gül daha olmasın? Ebe kadının adı da Gülsüm mü? Adında ‘Gül’ var mı var… Çok sevdiğim Süleyman’dan kızını aldık, adamcağız tek başına kaldı. Benim en yakınımdan biri… Bu ebe kadın Gülsüm ile evlendirsek, çevremdeki gül sayısı üç olsa kötü mü olur?

-Sözü öyle dolandırıyorsun ki Asım Çavuş. Döndün dolaştın, Süleyman’ı Gülsüm’le evlendirmeye kadar getirdin.

-Öyle Gülbahar Hatun… Guş Nenem ne der bu işe, he nenem?

-İyi eder, hayır işlersin.

-Oh be… Ver o mübarek elini öpeyim…

Guş Nene, elini hızla geri çekti:

-Geri dur Asım Çavuş, beyin el öptüğü nerede görülmüştür?

-Aman nenem sen benim büyüğümsün, senin o mübarek elini öpmeyeceğim de kimin elini öpeceğim?

-Olsun beyler el öpmez, bunu böyle bilesin.

-Bilir misin nenem sana bir sır daha vereceğim.

-Ver bakalım Asım Çavuş, beni lafa tutup akşamı yapmayı, sonra da göndermemeyi düşünüyorsun ama yarı gece de olsa bilesin ki, ben mutlaka gideceğime.

-Ben Süleyman ile ebe kadın Gülsüm’ün yüzüklerini bile Kötünün Hüseyin’e aldırdım. Biraz pahalı oldu ama… Hüseyin epeyce kar aldı benden. Onlar bir araya geldiğinde İmam Mustafa’yı çağırıp nikahlarını kıyıp yüzüklerini takacağım.

-Hayır işlersin. 

Guş Nene “Hadi bana müsaade” deyip tam da ayağa kalkacaktı ki, Koca Yusuf Dede, iki oğlu Zülfikar ve Ali ile çevirme kapısından içeri girdi. Guş Nene hariç cibinlikte bulunan herkes ayağa kalktı. Asım Çavuş, Koca Yusuf Dede’nin bindiği atın başını tuttu, Salih Bey ise inmesine yardım etti. Üç at üzerinde bulunan heybeler, tıka basa doluydu. Koca Yusuf Dede, çeşitli hediyelerle birlikte torunu olan Asım Çavuş’a belli ki, “hayırlı olsun”a gelmişti.

-Neden zahmet ettin benim dedem. Hoş geldiniz safalar getirdiniz.

-Hoş bulduk Asım Çavuş.

Guş Neneyi gören Koca Yusuf Dede:

-Bu ne tesadüf Guş Nenem de buradaymış. Nasılsın benim nenem.

-İyiyim Koca Yusuf. Sen nasılsın?

-Ben de iyiyim benim nenem.

Gülbahar Hatun, kahveleri yapıp getirdi. Kahvesinden bir yudum alan Koca Yusuf Dede:

-Gülbahar Hatun sana helal olsun, nasıl kahve içtiğimi hala unutmamışsın.

-Unutur muyum dedem. Afiyet olsun, beğendiğine çok sevindim.

-Söyle bakalım Asım Çavuş, benim yeğenimin adını koydunuz mu, aslanımın?

-Guş Neneme sor dedem, o koydu adını.

-De bakayım nenem, nedir adı?

-Sen söyledin ya Koca Yusuf.

-Ben bir şey söylemedim.

-Aslanım dedin ya işte adını Aslan koyduk.

-Hay maşallah. O da Aslan Bey olacak. Fakir fukaranın yanında olacak. Gariban dostu olacak.

-İnşallah dedem, dedi Gülbahar Hatun.


Xxx

Ebe kadın Gülsüm, Sürmeli’yi Burhan Usta’ya teslim etti. Bir daha kasabaya dönmeyecekmiş gibi, işine yarayan eşyaları kahya Kerim’e at arabasına taşıttı. Belli ki bundan sonraki ömrünü Zermut’ta geçirecekti. Köyden kasabaya gelirken çok düşünmüştü Süleyman ile evlenip evlenmemeyi ama en son düşündüğü de evlenmekti.

Burhan Usta ile helalleşti. Kahya Kerim Doruk’u çekiyor, kendisi de eşyalarının arasındaki ön boşluğa oturdu. Ebe Kadın Gülsüm’ü at arabasının üzerinde gören kasabalılar meraklı gözlerle bakıyorlardı. Kahveci Ali Osman dayanamadı, yanına kadar geldi:

-Nereye ebe kadın?

-Emekli oldum Ali Osman amca.

-Ne yani ebeliği bıraktın mı?

-Bıraktım.

-Ne yapacaksın?

-Evleneceğim.

-Ne, gene şaka damarın tuttu, şaka yapıyorsun. Bu yaştan sonra mı?

-Ne var yaşımda Ali Osman amca?

-Kiminle evleneceksin?

-Duyarsın yakında.

-Şansız damat Zermutlu olsa gerek, kahya seni Zermut’a götürdüğüne göre.

-Dinleneceğim Ali Osman amca, çok yoruldum.

-Dinlen kızım. Hakkını helal et, çok hakkın var bizlerde.

-Helal olsun Ali Osman amca, sen de helal et, az çayını içmedim.

-Helal olsun.

Doruk atın nal sesleri arasında kasabadan çıktılar. 

Xxx

Gülizar, önce Aslan bebeğin bezini değiştirdi. Doya doya emzirdi. Emerken uyuyan bebeğini, beşiğe yavaşça koydu. Üstünü güzelce örttü. Bugün üç gündür odasından çıkmıyordu. Yavaş yavaş kalktı. Sağlığının iyi olduğunu fark etti. Oda kapısını açtı. Merdivenlerden büyük salona indi. Kendisi hariç herkes salondaydı. Asım Çavuş, meraklı gözlerle Gülizar’a baktı:

-Kızım niye kalktın?

-İyiyim baba.

-Ya Aslan torunum?

-Uyudu.

-Uyanır da duymayız.

-Kapıyı aralık bıraktım baba.

-Ben bir bakıp geleyim, dedi Salih Bey.

-Yeni uyudu, hemen uyanmaz.

-Hele şöyle yanıma gel benim güzel kızım.

Gülizar, gitti Asım Çavuş’un yanına oturdu. 

-Senden Allah razı olsun, aslan gibi bir torun verdin bana. Allah ne muradın varsa versin.

Xxx

Güloğlu Yaylası’nda akşam olmuştu. Kırçılın Süleyman, çobanlar Cicar Ali, Dursun Ali ve Mustafa ile kelifte oturuyorlardı. Yazlıktan, kışlığa inme yaklaşıyordu. Aralarında sürünün nasıl yayladan indirileceğini konuşuyorlardı. Konuşurken de Kırçılın Süleyman ara sıra dalıp gidiyordu. Onun bu durumu çobanların dikkatinden kaçmıyordu. 

-Süleyman emmi, havalar soğudu, yayladan ne zaman ineceğiz.

Süleyman, çoban Mustafa’nın söylediklerini duymamıştı. Mustafa bir kez daha sordu:

-Süleyman emmi.

-Hı…

-Diyorum ki, yayladan ne aman inmeyi düşünüyordun?

-Yakında ineriz.

Söze Cicar Ali girdi:

-Yükseklere kar attı beyim, yavaş yavaş toparlanalım diyorum. Kar yağarsa mahsur kalırız yaylada.

-Toparlanın yavaş yavaş. Ot ve yem durumumuz ne durumda?

-Mandıranın otluğu dolu. Ancak, kadınlar, uzakta olsa ot biçip getirdiler. Şu anda onları da götürürsek, ot ve yem sıkıntımız olmaz, dedi Dursun Ali.

-Yarın, yayladaki katırlarla otları mandıraya taşıyalım. Dursun Ali sen Mustafa ile otları taşıyın, Cicar Ali sen de sürüyü otlağa çıkarırsın. Ben de yarın konağa gider, beyimize kışlağa döneceğimizi söyleyeyim. Bir iki haftaya kalmaz ineriz yayladan. 

-Tamam, dedi Cicar Ali, Dursun Ali ve Mustafa ile birlikte kalktılar, sabah erken kalkıp işe koyulalım. Önce otları taşıyalım daha sonra da sürü ile birlikte göçeriz.

Yalnız kalan Kırçılın Süleyman, hafif hafif yanan sobaya baktı. Çaydanlığın kapağını kaldırdı. Birkaç bardaklık çay vardı. Çayını doldurdu, peykenin üzerine oturup, kelifin küçücük penceresinden dışarı baktı. Ay ışığı ortalığı gün gibi aydınlatıyordu. Köpek havlamalarının dışında yayla sessizliğe bürünmüştü. Ayın ışığı kelifin küçücük penceresinden içeri giriyordu. Süleyman, bir kez daha yalnız kalmanın acısını hissetti yüreğinde. Genç yaşta ölen karısı onu yalnız bırakmıştı. Gülizar da evlenince iyiden iyiye yalnız kaldı. Kelifte başına bir hal gelse yardım edecek bir Allah kulu yoktu. “Allah’ım kimseyi yalnız bırakmasın” diye geçirdi içinden. 

O kadar dalmıştı ki, çayının olduğunu unutmuştu. Nice sonra hatırlayınca bir yudum aldı. Soğumuştu çayı. Bir dikişte bitirdi bardağı. Yeniden çay doldurdu. Bu kez avucunun içine aldı bardağı. Yakıyordu ama hiç değilse soğumayacaktı. Yavaş yavaş içiverdi.

Asım Çavuş, çok zorluyordu kendisini ebe kadın Gülsüm ile evlenmek için. Haksız da değildi. Evli olsaydı, şimdi onunla sohbet ediyor olacaktı, canı sıkılmayacaktı. İyi düşünmüş Asım Çavuş. Boşuna dememişler “Nikahta keramet vardır.” Ebe kadın Gülsüm de hemen hemen kendi yaşlarındaydı. Güzel ve temiz kadın. Hiç de evlenmemiş, peki benimle evlenmeyi kabul edecek miydi? Beyimiz o işi halleder. Evlenmek, artık şart oldu. Bu yalnızlık çekilmiyor. İnsanın hayat arkadaşına ihtiyacı var. Güzelce geçinip gideriz. Hiç kırmam ebe kadını. Ne derse yaparım. Yayladan kışlağa döndüğümüzde evleniriz ebe kadın Gülsüm’le. 

Elindeki bardaktaki çayın bittiğinin farkında değildi. Bardağı ağzına götürünce boş olduğunu anladı. Çok dalıp gittim. Ne kadar oturursan otur fayda yok. Birazdan kelifin içi de soğuyacak. En iyisi yatağa girmek. 

Öyle de yaptı.

(Devamı var)

YORUM EKLE