Çamur Dağının Kızı (35)

Vali Cezmi Bey, beraberinde Maarif Müdürü Şükrü Bey ile toplantı salonuna girince tüm kadınlar ve çocuklar ayağa kalktı. Doğruca en önde oturan Koca Zülfiye Nenenin yanına gitti. Ayağa kalkmaya çalışan yaşlı kadının omuzuna elini koyarak:

-Kalkma ana, kalkma, ver o mübarek elini öpeyim.

-Estağfurullah, devlet el öpmez evladım.

-Öper ana öper, devlet, milletin efendisinin elini öper.

-Sağol, berhudar ol evladım.

Vali Cezmi, Vali Yardımcısı Veysel bir yanında, Maarif Müdürü Şükrü diğer yanında kendileri için hazırlanan ceviz ağacından yapılmış koltuklara oturdular. Vali, salonda oturan kadın ve çocuklara göz gezdirdi. Hepsi ona dikkatlice bakıyordu. 

-Hoş geldiniz.

Hepsi bir ağızdan:

-Sağol, dediler.

-Siz de sağ olun. 

Önüne konulan dosyayı inceledi. Kendisinin imzaladığı iki öğretmenin kararnamesi ile müfettişin raporu dosyanın içindeydi. Başını kaldırdı. Salona baktı.

-Veysel kaç çocuk var salonda?

-Kırk Sayın Valim.

Vali Cezmi, Koca Zülfiye Neneye dikkatlice bakar. Saçlarının beyazlığı çemberinin altından belli oluyordu. Yaşını bilmiyordu ama “doksan yaşın üstünde olabilir” diye geçirdi içinden. Bastonu önünde iki eli ile dik tutuyordu. Çok çile çekmişe benziyordu. Yüz hatlarından çektiği çile belli oluyordu. Her iki yanağı da içeri çökmüştü. Belli ki ağızında dişi yoktu.

-Ana, dedi, buraya kadar, bu soğuk kış gününde bu çocuklarla, bu kadınlarla niye geldin ki, haber yollayaydın biz senin ayağına geleydik.

-Sen kanunsun, sen devletsin. Biz senin ayağına geleceğiz. Devlet her derdi olanın ayağına giderse devletin işlerini kim görecek?

-Gören olur ana, baksana iki yanımda da devletin işlerini görecek görevliler var.

-Onlar sen olur demeden iş göremezler, her iş senden çıkar Vali Paşam. Onun için ayağına geldik.

Vali Cezmi, Koca Zülfiye Nenenin devlete karşı büyük bir saygısı olduğunu anlayınca:

-Peki ana, sizleri dinliyorum. Kim konuşacak?

Muhtarın karısı ayağa kalktı:

-Ben, köy muhtarının eşiyim, Koca Zülfiye Nenenin olduğu yerde bize söz düşmez Vali Paşam.

Gözler Koca Zülfiye Neneye çevrilince:

-Anlaşıldı, buyur ana, anlat bakalım, niye geldiniz benden ne istiyorsunuz?

Bastonuna dayanarak ayağa kalkmaya çalışan Koca Zülfiye Neneye:

-Kalkma ana, otur, oturduğun yerden söyle isteğinizi.

-Peki.

Salonda tık yoktu. Herkes nenenin ne konuşacağını merak ediyordu.

-Vali paşam, biz buraya iki saatlik yoldan geldik. İsteriz ki, çok sevdiğimiz, çok terbiyeli ve çok çalışkan öğretmenimizi daha köyümüzde dört ay görev yapmışken neden köyümüzden aldınız? Biz buraya öğretmenimizin geri verilmesini istiyoruz.

-Öğretmeni çok mu seviyorsunuz?

Hepsi bir ağızdan:

-Evet.

Vali, tekrar salona göz gezdirdi. Çocukları teker teker inceliyordu. Gözler hep valinin üzerindeydi. Ağzından çıkacak kelimeleri merak ediyordu. Çocukların gözleri gecenin karanlığında parlayan yıldızlar gibiydi. “Bu çocuklar gerçekten çok zeki” dedi kendi kendine. Salona bir kez daha göz gezdirdi. Muhtarın karısının yanında oturan kız çocuğuna:

-Sen söyle bakayım kızım, adın ne senin?

-Gökşen Vali Amca.

-Gökşen, ne kadar güzel isim. Öğretmenini çok mu seviyorsun?

-Evet.

-Neden çok seviyorsun?

-Onun sayesinde ben okula başladım Vali Amca. Anam, babam beni okula vermiyordu, öğretmenim geldi anam ve babamla konuştu ve benim okula başlamama razı etti. Onun sayesinde okuma yazma öğrendim. Daha çok okumak istiyorum. 

-Anladım yavrum, otur bakalım. Peki, içinizde kadınlardan konuşan olmayacak mı?

Muhtarın karısı Hayriye ayağa kalktı:

-Koca Zülfiye Nenem isteğimizi iletti Vali Paşam. 

Vali Cezmi, Veysel ve Şükrü’nün gözlerine baktı. 

-Anladım. Ana söyleyecek başka bir şey var mı?

-Derdimizi anlattık, daha bıyıkları terlememiş ama, olgun mu olgun, saygın mı saygın, ahlaklı mı ahlaklı öğretmenimizi bize geri yolla Vali Paşa.

-Peki ana erkekleriniz nerede?

-Erkeklerimiz öğretmenimizle birlikte köyün sokaklarını kardan temizliyorlar.

-Öğretmen mi istedi?

-Evet.

-Anladım ana, şimdi sizleri Veysel ile Şükrü topluca bir lokantaya götürecek yemeklerinizi yedikten sonra köyünüze uğurlayacaklar. Akşam karanlığına kalmayın.

-Öğretmenimizin tayini ile ilgili bir şey söylemedin. Yemeğe gelince bizler azıklarımızı yanımızda getirdik, devletimize masraf ettirmeyiz Vali Paşam. 

-Masraf ettirmiyorsunuz ana. Öğretmenin durumu ise pazartesi günü belli olacak. Öğretmenle görüşeceğim. Eğer o gün köyünüze gelirse tayini durmuş demektir ana.

-Bizleri merakta koma, bu kadar çocuk, kadın iki saatlik yoldan geldik.

-Merakta bırakmayacağım Zülfiye ana, en kısa zamanda da köyünüze gelip bir kahvenizi içeceğim.

-Başımız gözümüz üzerine.

Hep birlikte ayağa kalkarlar. Vali Cezmi, Koca Zülfiye Nenenin elini bir kez daha öper ve:

-Merak etme ana gerekeni yapacağım, Vali Yardımcısı Veysel’e dönerek, Veysel, yemekten sonra yanlarına beş jandarma ver, köylerine kadar refakat etsinler.

-Emredersiniz Sayın Valim.

Xxx

Öğretmen Cemal ile birlikte köyün erkekleri, sokaklarındaki karları temizlediler. Okulun yoluna ise buz tutmasın diye, sobalar ve ocaklardan aldıkları külleri döktüler. Yorulmuşlardı. Çamur Abbas’ın kahvehanesinde çay içerek yorgunluklarını atıyorlardı.

-Ya Kel Celal, bu öğretmenin tayini çıkmış, bırakalım gitsin.

-Ulan sen ne dediğini biliyor musun Sümüklü Salih ne demek bırakalım gitsin de ne oluyor?

-Bırakmıyor yakamızı. Yok Çamur Dağına yol yapmak, yok köyün sokaklarını kardan temizlemek, yok kadınlar sırtında yük taşımaz. Bütün işler bize kalıyor.

-Alıştın, karı çalışsın sen yan gelip yemeye. 

-İyi iyi bu öğretmen burada olduğu sürece bize çok iş bulur o zaman görürüz seni.

-Vallahi ben memnunum. Ben çalışınca hanım da iyi davranıyor bana, daha güzel yemekler yapıyor.

-Ne konuşuyorsunuz öyle hararetli, hararetli, dedi, elinde üç çay ile gelen Çemiş Hasan.

-Sümüklü Salih, bırakalım öğretmen gitsin diyor, köyün erkeklerini çok çalıştırıyormuş.

-O alıştı tembelliğe. Veresiye defteri iyice kabardı. Bekliyor karısı gudu yapsın, o da alıp satacak, parayı da cebine koyacak. 

-Aynen öyle Çimiş Hasan. Guduların satışına kadar bunun defteri çok daha kabarır. Ha şimdi cebini yokla tomarla para vardır.

-Deme?

-Her sabah kalktığında sayar. Öyle çıkar dışarı. Evde de saymaz ayak yolunda sayar kimse görmesin diye.

-Vay be, versene o zaman borcunu sümüklü

-Çemiş, sen bu Kel’in sözüne mi inanıyorsun?

Muhtar İsmail, öğretmen Cemal ile kahvehaneye geldi. Sokakları kardan temizledikten sonra okula giderek sınıfları ve öğretmen odasını yeniden gözden geçirdiler. Herhangi bir eksik olup olmadığına baktılar.

-Okula iyi bakıyorsun Cemal öğretmen.

-Sadece ben değil, çocuklar da iyi bakıyorlar. 

-Hadi kahvehaneye gidelim söyle ağız tadıyla çay içelim.

-İyi olur.

Güneş Çamur Dağından uzaklaşmış Vauk Dağından batmak üzereydi. Akşam yaklaştıkça köydekilerin merakı daha da artıyordu. Köylülerin en çok korktukları ise Kostan Dağıydı. Sık sık çığ düşmesiyle yol sürekli kapanıyordu. Kuş uçmaz kervan geçmez dağdır Kostan Dağı. Çevre köylüler Kostan Dağını bildikleri için bir kış ihtiyaçlarını Vilayetten alıyorlardı. Zorunlu olmadıkça Kostan Dağına vurmuyorlardı. Hem çıkışı hem de inişi vardı. Bir aşsalar, bir aşsalar Kostan’ı. 

-Muhtar ne dersin, yola bir ekip olarak çıkalım mı? Akşam oluyor. 

-Çıksak ne yaparız ki? 

-Ben derim ki on kişilik bir ekip olalım, yanımıza kazma kürek alıp yola çıkalım. Kostan Dağına bir saatte varırız. Dağı aşmış geliyorlarsa sorun yok, onlarla döneriz. Yok gelmiyorlarsa Kostan Dağına varıp gelmelerini bekleriz. Bakarsın çığ düşmüş yol da kapalı olabilir. 

-Olsun Kadir, sen tecrübelisin, gençlerden ekip kur ve yola çıkın. 

Koca Zülfiye Nene, beş jandarmanın refakatinde Yayladere’yi geçerek kafile ile birlikte Kostan Dağı’na vurdular. Zirveye çıkan dönemeçli yolu sağlıklı bir şekilde çıktılar. Akşam rüzgarı Kostan Dağında insanın iliklerine işliyordu. Çocukların ağızlarını iyice sardılar, sadece gözleri görünüyordu. Çamur köyünden çıkan on kişilik ekip de Bandırlak köyünü geçerek zirveye iyice yaklaşmışlardı. Vilayetten dönen diğer köylülerden bilgi almaya çalıştılarsa da kafileyi gören olmamıştı. Adımlarını hızlandırarak bir an önce zirveye çıkmaya çalışıyorlardı. Kar kalınlığı zirveye çıktıkça bir metrenin üzerine çıkıyordu.

-Ne dersin Koca Nenem, hayvanlar da çok yoruldu, biz de.  Ayakta da olsa azıcık dinlensek mi?

-Olur, çocukları iyice sarın üşütmeyelim. Dağı aştık mı rahatlayacağız ama benim içim de bir his var. 

-Ne gibi Koca Nenem?

-Çığ gelecek Hayriye Kadın. Geçmeyelim. Bekleyelim. Zaten dağı aştık mı yolumuz rahatlayacak.

Silahını her iki eliyle tutan Jandarma Onbaşısına seslendi:

-Asker oğlum, biraz bekleyelim.

-Nedenmiş ana? Akşam oluyor, gidelim, karanlığa kalmayalım. 

-Doğru dersin de evladım, bir his var içimde.

-Bir şey olmaz ana, baksana güneş battı batacak. Ondan sonra karanlık olacak, karanlıkta zor yürürüz.

-Peki evladım. Gidelim Hayriye, asker evladımızı dinleyelim. 

Tam adım atacaklardı ki Hayriye kadının dizginlerini çektiği Muhtar İsmail’in atı şaha kalktı. Kalkar kalkmaz da Koca Zülfiye Nene, attan düştü.

(Devamı var)

YORUM EKLE