Çamur Dağının Kızı (39)

Mart ayının ilk günleriydi. Doğanın yavaş yavaş ısınmasıyla birlikte karlar da eriyor, Çamur Deresi adeta çamur akıyordu. Zaman zaman sulu sepken yağsa da kar artık yerde kalmıyordu. Çamur Dağı, Vauk Dağı, Kostan Dağı hala beyaz gelinlik giymiş gibiydiler. 

Günler, her geçen gün uzuyor, ona paralel olarak da geceler kısalıyordu. Cemal öğretmen, sınıflarda öğrencilere her gün tırnak kontrolü yapıyordu. Çocukların ellerine hem üstten hem de avuç içinden bakıyordu. Tırnak aralarının kirli, avuç içlerinin de yer yer yarılmış olduğunu görünce, bu genç yaşta yarık olmalarına bir anlam veremiyordu. Evlerinde tırnak makası olmadığı için tırnaklarını kesmiyorlar, bunu anlamak mümkün de şu çatlaklar niye ki? Avuç içi çatlak olmayan öğrenci yok gibiydi. Salı günü maaşını almaya gidecekti, doktora uğrayıp bunun nedenini mutlaka sormalıydı. Öyle de yaptı. 

-Cemal Bey, temizlikten olabilir, ellerini temiz yıkamıyorlar diye düşünüyorum. Şu yazdığım merhemden almanı öneririm. Aslında her çocuk için alırsan iyi olur. Bir de ellerini temiz yıkasınlar.

-Tamam doktor bey.

Doktordan çıkınca doğruca Maarif Müdürlüğüne gitti. Mutemet Enver’den maaşını alınca soluğu eczanede aldı. Okulda mevcut kırk öğrenci için doktorun yazdığı merhemi aldı. Bakkala geçti. Buradan da her çocuk için birer kalıp sabunla birer tane de tırnak makası aldı.

-Ne kadar sevinecekler, dedi kendi kendine.

Çemiş Hasan’dan aldığı atın heybesine sabun, tırnak makası ve merhemleri yerleştirdi. Anasının verdiği siparişleri de alınca beklemeden yola çıktı. Ana yoldan Alansa’ya sapınca atını dörtnala sürmeye başladı. Yolda tek tük salı pazarından dönen diğer köylülerle karşılaşıyor, “selam” verip geçiyordu. 

Kostan Dağının zirveye çıkınca yol kenarında tek başına oturan saçı sakalı birbirine karışmış bir kişinin oturduğunu gördü. “Bu adam ne arıyor tek başına bu dağın başında” diyerek meraklandı. “Selam” verdi. Saçı sakalı birbirine karışmış adam, zor nefes alarak ”Aleyküm selam” diyebildi. Zayıf ve çelimsizdi. 

-Delikanlı bir parça ekmeğin var mı, çok açım.

-Var, atından indi. Kentten aldığı ekmeğin yarısını kırdı. Gazeteden yapılmış torba kağıttan da bir avuç zeytin alarak adama uzattı. Adam ekmeği öyle dişliyordu ki adeta soluk almıyordu. Zeytinleri ikişer üçer atıyordu ağzına. Zorla “sağ ol delikanlı” dedi.

-Arkadaş sormak ayıp olmasın ama nereden gelip nereye gidiyorsun?

-Çok mu merak ettin delikanlı?

-Merakımı bağışla, seni hiç buralarda görmedim, onun için sordum.

Adam uzatılan ekmek ile zeytinleri kısa sürede bitirdi. Ellerini yerdeki karda yıkarken:

-Çorum Cezaevinden gelip köyüme gidiyorum.

-Çorum Cezaevinden mi? Bağışla hangi köye gidiyorsun?

-Çamur köyüne.

-Çamur köyüne mi?

-Evet, niye şaşırdın?

-Ben de Çamur köyüne gidiyorum.

-Öyle mi, kimlerdensin?

-Ben öğretmenim. Ardasa’nın Çitikebir köyünden.

-Ya.

-Sen kimlerdensin Çamur köyünden?

-Anam bacım durur mu bilmiyorum. Bacım evlenmiş olabilir. Anamı merak ederim, acaba yaşıyor mu? Adı Kadrinur. Bacımın adı da Zeynep. Ben köyden ayrıldığım da henüz on yaşındaydı. Aradan yıllar geçti. Şimdi büyümüş evlenmiştir belki de.

-Evlenmedi, anan da yaşıyor, bacın ile birlikte.

-Demek tanıyorsun onları?

-Tanıyorum.

-Nasıl iyiler mi?

-İyiler, herhangi bir sorunları yok.

Adamın gözlerinin içi parladı. O kadar sevinmişti ki: 

-Sigaran var mı?

-Ben sigara kullanmıyorum ama babam kullanıyor ona birkaç paket tütün almıştım.

Verilen tütünden sigarasını sardı. Derince çekti. Öksürmeye başladı.

-İçmeseydin.

-Nasıl içmem, cezaevinde bir dal sigara alabilmek için kimlerin ayaklarını yıkamadım ki delikanlı.

-Geçti o günler, artık anana kardeşine kavuşacaksın. Bundan sonra iyi bir hayat kurarsın kendine. Şey, yanlış anlama da adını bağışlar mısın?

-Hayati.

-Benim ki de Cemal.

-Demek öğretmensin?

-Evet.

Hayati, ellerini dizlerine bastırarak zorla ayağa kalktı. Çamur Dağına doğru baktı. Kostan Dağı gibi o da beyaz gelinlik giymiş gibiydi.

-Anam bacım beni ölmüş biliyorlardır, buradan geri dönmeyi düşünüyorum. Varsın beni ölmüş bilsinler diye geçiriyordum içimden.

-Olur mu? Buraya kadar gelmişsin şunun şurasında köye ne kaldı ki? Ben yürürüm, sen ata bin.

Dikkatlice öğretmenin gözlerine baktı. Bir süre bakıştılar. Cemal, Hayati’nin ne kadar çile çektiği gözlerinden okunuyordu. Şimdi ne olacak? Ben bu adamın kız kardeşi ile sözlüyüm? Nasıl karşılayacak? Bir de karşı çıkarsa sen gel de çık işin içinden. Ama hiç de öyle kötü birine benzemiyor. 

-Haydi gel, ata bin, ben yürürüm.

-Öğretmen, olmaz. 

-Olur, ben yürürüm, yavaş yavaş gideriz.

-Sen bana bir parça daha ekmek ver, geri döneyim.

-Olmaz dedim ya bırakmam seni. Ananı, kardeşini hiç mi merak etmiyorsun?

-Etmez olur muyum? Etmezsem buraya kadar gelir miydim?

-O halde bin ata.

-Peki delikanlı. 

Hayati, Cemal öğretmenin yardımı ile ata biner. Uzun yıllar olmuştu ata binmeyeli. Bir anda dengesini kaybetti. Düşecek gibi oldu. 

-Burası çığ bölgesidir. Sık sık çığ gelir, sen önden git, atın dizginleri sende olsun, ben de dağa doğru bakayım.

-Olur.

Cemal öğretmen atın dizginlerini eline aldı. Yavaş yavaş tehlikeli bölgeden geçmeye başladılar. Kısa bir süre sonra tehlikeli alanın dışına çıkınca:

-Dizginleri istersen bana ver, sen de önden git.

-Olsun Hayati abi.

Bandırlak köyünü geçince yol da rahatlamıştı. Aşılacak dağ yoktu. Çamur köyü uzaktan görünüyordu. Hayati hem gidiyor hem de büyük bir hasretle köye bakıyordu. Anasının yaptığı guduları sattığı günler geldi aklına. “Anam gibi gudu yapan yoktu. Herkes ilkönce benden gudu alırdı.”

-Öğretmen, köyde yalnız mı kalıyorsun?

-Yok, anam, babam bir de kız kardeşimle.

-Desene ailece bizim köyde kalıyorsunuz?

-Evet.

-Kimin evinde kalıyorsunuz?

-Senin amcanın.

-Amcamım mı?

-Evet.

-Amcam rahmetli mi oldu?

-Evet. Ev boştu, Kadrinur ana, yani anan kalabilirsiniz dedi. 

-İyi etmiş anam.

Bir süre konuşmadan yol aldılar. Zeynep abisinin neden cezaevine düştüğünü anlatmıştı. Yıllar sonra çıkıp geldi. Ne olacak bundan sonra? Ya Zeynep ile evlenmeme karşı çıkarsa? Cemal öğretmenin içinden sorular birbirini takip ediyordu. Hayati’nin neden cezaevine düştüğünü biliyordu ama bir de ondan duymak istiyordu:

-Kızma ama niye düştün cezaevine.

-Karımı öldürdüm.

Cemal bilmiyormuş gibi durdu, geri döndü. Göz göze geldiler.

-Karını mı öldürdün?

-Evet.

Döndü, yürümeye başladı.  

-İstemeyerek oldu.

Yine geri döndü Cemal:

-Anlamadım.

-Karımla birbirimizi severek evlendik. Onu çok seviyordum. Altın gibi kalbi vardı. Evliliğimizin üstünden bir yıl geçmişti. Bir kış günü silahımı temizleyip tavşan avına gidecektim. Tüfeğimi elime alır almaz nasıl oldu anlayamadım. Ateş aldı ve karşımda oturan o çok sevdiğim karıma isabet etti. Oracıkta öldü. Saatlerce başında ağladım. Silahımı elime alıp, yola koyuldum. Doğruca jandarmaya geldim. Silahımla birlikte teslim oldum. Otuz altı yıl hapis verdiler bana. Erzurum Cezaevine gönderdiler. Cezaevinde bir yıl gibi kalmıştım. Anam her ay bana para ve mektup gönderiyor, köyden haber alıyordum. Ben de anama mektup yazıyordum. Ancak, cezaevinde bir gün isyan çıktı. İsyana karışmadığım halde on yedi kişiyle birlikte bizleri Çorum Cezaevine gönderdiler. Bir daha anamdan ne mektup alabildim ne de para. Bize mektup yazmayı da yasaklamışlardı. Çok zor yıllar geçirmiştim ki af çıktı. İşte ben de aftan yararlanarak tahliye oldum. Tam zamanında tahliye oldum. Biraz daha kalsaydım o zindanlarda ölüp gidecektim. 

-Bundan sonra rahat edersin. Anan kız kardeşinle kalırsın.

-Zeynep şimdi ne kadar büyümüştür. Anam da yaşlanmıştır. Beni çok severdi. Hayati der de başka bir şey demezdi. Güzelce yaşayıp gidiyorduk, çok sevdiğim karımı kazara vurduğum güne kadar. Yıllar oldu yüzlerini görmedim.

-Gidiyoruz, göreceksin artık. 

-Nasıl da şaşıracaklar. Aslan gibi oğlunu bu halde görünce tanıyacak mı acaba? Tanımaz tanımaz. 

Köyün girişine kadar sohbet ede ede geldiler.

-Öğretmen, beni burada indir.

-Evin önünde inersin. 

-Yok, çok özledim köyümün sokaklarını, yürümek istiyorum. Çamurlu toprağını öpmek istiyorum.

Cemal, durdu, atın dizginlerini bıraktı. Hayati’nin inmesine yardımcı oldu. Yavaş yavaş attan inince, çamurlu yolun toprağına başını koydu, öptü öptü. Doğrulunca ağzı, bıyık ve sakalları çamur içerisinde kaldı. Yolun kenarındaki karla ellerini ve ağzını yıkadı. 

-Ne güzel de kokuyor.

-Toprak her zaman güzel kokar.

-Öyle.

Öne geçti, Cemal öğretmen arkada evin önüne kadar yürüdüler. Köyden onu görenleri merak sarıyordu. Kimdi bu öğretmenle gelen, saçı sakalı birbirine karışmış adam? Herkes meraklı gözlerle bakıyor, arkalarına takılıyorlardı.

(Devamı var)

YORUM EKLE