Canboğul (69)

Pisik Ali, şelaleye kadar geldi. Osman’ı şelalenin yanında görünce:

-Hayırdır Osman, ne arıyorsun burada?

-Babam, atı biraz koştur, içeride dura dura koşmayı unutacak dedi. Ben de köyden buraya kadar koşturdum, yaylıma bıraktım. Biraz otladıktan sonra döneceğim.

-Türkan burada mıydı?

-Evet Ali abi, az önce sürüyü içirip Yılanlı Yaylası’na doğru gitti.

-İyi, ben de elimi yüzümü yıkayıp, peşi sıra gideyim.

-Olur Ali Abi, istersen atı vereyim, öyle git.

-Yok Osman, sen atı güzelce otlat, daha sonra götürürsün. 

-Sen bilirsin abi.

-Osman, bir şey soracağım sana?

-Buyur?

-Şeyran’da sana aldığımız elbiseyi giyiyor musun?

-Yok abi, o gün giydim, kaldırdım.

-Neden?

-Kısmet olur evlenirsem, düğünde giyinirim diye saklıyorum.

-Öyle mi?

-Evet.

-Babana söyle yarın akşam, hayırlı iş için bekliyorum.

Osman, bir anda şaşırdı. Ne söyleyeceğini bilemedi. Dili damağına kaçmıştı sanki. Bir şeyler söylemek istiyor söyleyemiyordu. Şelalenin gölünde elini yüzüne su vurdu. Yetmiyor suyu yüzüne vuruyor, vuruyordu.

-Yeter Osman, o su soğuktur, hasta olursun.

-Bağışla beni Ali abi, yanlış duymadım değil mi?

-Yok yanlış duymadın.

-Ver elini öpeyim.

-Yok el öpme zamanı daha gelmedi.

-Olsun, sen benim büyüğümsün, abimsin, amcamsın, ba…

Gerisini getiremedi. Öyle kalakaldı. 

-Bak ne diyeceğim sana?

-Buyur?

-Sen aslında temiz ve yiğit bir delikanlısın.

-Sağol.

-Sen aslında…

Pisik Ali’nin sözünü kesti:

-Ben aslında deli değilim Ali abi. Evimiz yıkıldığında ben evin dışındaki tuvaletteydim. Anam ile babam o yıkıntının altında kaldı. Kimsesiz kaldım. Bana akranlarım hep “Deli Osman” dediler. Şunun bunun elinde büyüdüm. Deli olmayana kırk gün deli dersen deli olur. Ama ben olmadım. Zaman zaman kendimi yalancıktan da olsa deliliğe vurmuşluğum oldu, yeter ki bana deli diyenlerin keyfi yerine gelsin diye. Öyle de oldu. O küçük kulübemde saatlerce kaval çaldım. Kavalımla kendi kendimi teselli ettim. Eskiyen kavalımın yerine yenisini yaptım. Bana Can abi, daha sonra da sen sahip çıktın. Hayatta giymeyi bile hayal edemediğim elbiseyi sen aldın.

-Sen de benim koçlarımı kurtardın Osman.

-İnsanlık görevimi yaptım. Çığ altında kalsalardı yazık olurdu hem onlara hem de sana.

-Geçti o günler Osman. Söylediğimi unutma, söyle babana.

-Olur söylerim.

-Ben gideyim, sürü epeyce uzaklaştı, Türkan’ı yalnız bırakmayayım.

-Sen istersen atı al, ben gideyim.

-Olmaz Osman, o zamana daha var.

-Peki.

Pisik Ali’nin arkasından uzun süre baktı. Gözden kaybolunca, sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Yaylaya aşığı baktı. Kırmızı, sarı, beyaz çiçekler daha bir güzel görünüyordu ona. Kuzuların, koyunların, sığırların melemeleri, boyunlardaki zillerin sesi düğün alayı gibi geliyordu. Yüzünü gölde bir kez daha yıkadıktan sonra, yaylımdaki atının yanına gitti. 

Dulağası Yaylası, 

Yaylaların en hası, 

Sonunda razı oldu

Sevdiğimin babası.

Atın dizginleri elinde çocuklar gibi yolda oynaya güle giderken mani de söylemeyi ihmal etmiyordu Osman. 

Yaylanın çiçekleri

Türkan diye açıyor

Mis gibi kokuları

Yüreğime işliyor.

Onun bu tavrı, yayladaki kadınların ve kızların dikkatlerinden kaçmadı. Akıllanan Osman yeniden “Deli” mi oluyordu? Ne konuştu Pisik Ali ile de böyle neşeli neşeli maniler söylüyordu? Kadınlar ve kızlar birbirlerine bakıyorlardı.

-Pisik Ali, Osman’a kötü bir şey söylemesin kız?

-Kötü bir şey söylese böyle mani niye söylesin ki?

-Aklını atlatmış olur.

-Aklını atlatan mani söyler mi?

-Söyler söyler.

-Ne istiyor Allah’ın garibinden?

-Niye garip olsun ki, koskoca Kartal Mustafa var arkasında.

-En yakın arkadaşı da Can.

Osman, kadınların kızların bakışlarına aldırış etmeden maniler söyleyerek yayla çıkışına kadar geldi. 

-Yok yok, bu Pisik Ali kızı verdi gibime geldi.

-Ne yani, Osman’a, “kızım Türkan’ı sana verdim” diyecek hali yoktu ya?

-Daha neler, öyle şey olur mu kız?

-Pisik Ali bu ne yapacağı belli olmaz.

- “Baban gelsin sümüklü Türkan’ı istesin” demesin?

-Sümüklü deyip de midemi bulandırma. Kızın neresi sümüklü, güzel kız Allah’ı var. Boylu postlu, kara kaşlı kara gözlü.

-Hele o beline kadar inen at kuyruğu gibi saçlar.

-Sen de dünya güzeli yaptın ya şu Pisik Ali’nin kızını ya helal olsun.

-Güzel tabi, niye kıskanıyorsun?

-Hıh, neyini kıskanacağım ki?

Osman, atına bindi. Köye doğru dört nala sürmeye başladı. Kısa bir süre sonra evin kapısı önündeydi. Atın dizginlerini çıkardı, eyeri indirdi. 

-Çok yormadın değil mi?

-Yok baba çok yormadım.

-İyi, torbasını başına tak, yemini yesin.

-Baba, bak ne diyeceğim?

-Niye soruyorsun, söyle ne söyleyeceksen?

-Pisik Ali var ya.

-Var.

-Dedi ki.

-Ne dedi, çatlatma insanı?

-Yarın akşam, baban hayırlı bir için gelsin dedi.

-Deme?

-Evet baba.

-Bak sen şu Allah’ın hikmetine. Salih Bey’den dersini almış desene.

-Burada mıydı Salih Bey?

-Yolu bakmaya gelmişti. İyi biz de yarın akşam hayırlı iş için gideriz.

Xxx

Can ile anası Seher hatun evin önündeki çardakta oturuyorlardı. Gelin almaya gidecek on beş kişinin kim olacağına bir türlü karar veremiyorlardı. 

-Atı olup da gitmek isteyene “gitme” diyemeyiz ana.

-Öyle de Salih Bey on beş atlı yeter dedi.

-En iyisi Mustafa amcaya bir danışsak.

-Olur, sen git konuş, ben yemeği ocakta bıraktım, bakayım.

Seher hatun eve girerken Can da kendi evinin önünde oturan Kartal Mustafa’nın yanına geldi. 

-Gel Can, gel. 

-Hayırdır emmi, neşeli gördüm seni.

-Öyle.

-De söyle de ben de ortak olayım.

-Pisik Ali ne dedi Osman’a biliyor musun? “Yarın akşam baban hayırlı iş için gelsin.”

-Deme?

-Öyle, yarın akşam hazır olun, kızı bir defa daha istemeye gideceğiz.

-Salih Bey bu, onu kırmak olmaz diye düşündü Pisik Ali.

-Öyle. Ölü rahmet bulsun da nasıl bulursa bulsun. Sen bir şey mi diyecektin?

-Evet emmi. Anamla konuştuk, Ciharlı’ya kimler gidecek diye Mustafa emmine danış dedi.

-Atı olan herkes gelsin Can, birini götürüp birini götürmek olmaz. Merak etme ben konuşurum komşularla.

-Tamam emmi. 

(Devamı var)

YORUM EKLE