Çamur Dağının Kızı (42)

Hayati, Cemal öğretmenden aldığı yanıtla, mutlu olmuştu. Mutluluğunu belli etmemeye özen gösterdi. Eve geldiğinde de hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Zaman zaman da Zeynep’e bakıyor, baktığını da fart ettirmemeye çalışıyordu.

Zeynep büyük bir özenle sofrayı kurdu. Önce ekmek, ardından kaşık ve anasının pişirdiği kuru fasulye yemeğini derince bir kaba tencereden koydu. 

-Haydi oğlum acıkmışsındır. Sen kuru fasulyeyi seversin. 

-Unutmadın ana.

-Unutur muyum hiç oğul, her kuru fasulye yemeği yaptığımda sen geliyordun aklıma.

-Şimdi karşındayım ana. 

Hayati, büyük bir iştahla kaşık sallıyordu. Anası ve Zeynep bir kaşık sallıyorduysa o iki kaşık sallıyordu sevdiği yemeğe. Güzelce karnını doyurdu. 

-Bu kadar güzel yemekler yaparsan ana ben çok kilo alırım.

-Olsun oğlum, baksana ne kadar zayıfsın. Sobanın fırınında da börek var, biraz sonra Zeynep çay demleyecek. Çay ile birlikte yeriz.

-Böreği sen mi yaptın Zeynep mi?

-Zeynep abisi.

-Bakalım senin gibi güzel börek yapıyor mu? Artık büyüdü, yapması lazım değil mi ana?

-Yapıyor abisi, anasından da güzel yemekler yapıyor.

-Desene kardeşimizi alan yaşadı, biraz durdu, Zeynep’e baktı, göz göze geldi, ana Zeynep büyüdü, gelinlik kız oldu. Bugüne kadar kapınızı çalan olmadı mı? Yani Zeynep’i isteyen olmadı mı?

Mabeyine sessizlik çöktü. Dışarıdan Gogoçların geveze köpeğinin havlaması geliyordu. Sobada ibrikteki su da kaynamıştı. 

-Zeynep sofrayı sonra toplarsın, su kaynadı çayı demle de öyle toplarsın.

-Tamam ana.

-Ana, soruma cevap vermedin.

-Hangi soruna oğul?

-Ana… Zeynep için kapınızı çalan olmadı mı diye sormuştum.

-Ha, o mu?

-Evet.

-Oldu diyelim.

-Yani?

-Oldu abisi.

-Tanır mıyım?

-Tanırsın.

-Kimlerden?

Hayati’nin sorduğu en zor soruydu. Ne yanıt vereceğini bilemiyordu Kadrinur kadın. Söyleyip söylememe arasında gidip geliyordu. 

-Abdestim varken namazımı kılayım.

-Ana, kılarsın, soruma cevap ver.

Kadrinur ana, bir süre kızına baktı, göz göze geldiler. Abisinin sorduğu sorular karşısında yanakları al al oldu yanakları. Sırtından aşağıya soğuk terlerin gittiğini hissediyordu. Abisine bakıp, sofrayı toplama başladı.

-Söyle ana! Kardeşimi kimin istediğini bilmek abisi olarak benim hakkım değil mi?

-Elbette oğul.

-Kim öyleyse?

Anasının zor durumda kaldığını görünce bu kez abisi ne derse desin söze girmeye karar verdi.

-Öğretmen abi.

-Öğretmen mi? 

-Evet.

-Hangi öğretmen?

-Bizim köyün öğretmeni Cemal.

-Cemal mi?

-Evet, dedi anası.

-Olmaz!

Mabeyin de soğuk bir rüzgar esti. Kimsenin eli ne çay bardağına gidiyor ne de böreğe. Her zaman ki gibi Gogoçların gece havlayan, gündüz sesini çıkarmayan köpeğinin havlaması geliyordu. Zeynep, olduğu yerde donup kalmıştı. Abisinin olumsuz bir yanıt vereceğini beklemiyordu. “Olmaz” diyerek kesip atması, karşı koyuşun göstergesi miydi? Gözlerini anasına çevirdi. Göz göze geldiler. Hayati ise hem çayını içiyor hem de börekten iştahla yiyordu.

-Yıllar oldu börek yemeyeli, çok özlemişim. Çok da güzel oldu.

Çayını bitirdiği bardağı Zeynep’e uzattı. 

-Doldur çayımı Zeynep.

Zeynep, oturduğu iskemleden zorla kalktı. Sobanın üzerindeki çayı aldı. Abisinin bardağını doldururken elleri titriyordu. 

-Çok mu seviyorsun Cemal öğretmeni?

Bu da soru muydu şimdi. Hem “Olmaz” diyorsun hem de sorduğu soruya bak. Köyde işsiz güçsüz biriyle evlensem daha mı iyi olacaktı? Okumuş, ekmeği var. Abim nasıl olur da böyle bir izdivaca hayır der, anlamak mümkün değil.

-Cevap vermedin?

Abisine baktı:

-Neye cevap vermedim abi?

-Çok mu seviyorsun, diye sordum.

Duyulur bir sesle “evet” dedi.

-Madem öğretmeni çok seviyorsun da neden Çamur Dağından toprak taşımasını kabul ettiniz. Ben buna ‘olmaz’ diyorum.

Kadrinur ana ile Zeynep, derin bir “ohh” çektiler. Rahatlamışlardı. Oğlunu çok iyi tanıyordu Kadrinur ana. Bir şeye olmaz derse kimse ona “olur” dedirtemezdi.

-Babası, biz daha sözümüzü bitirmeden, “Benim oğlum on torba toprağı Çamur Dağından taşır” deyip kesti attı.

-Yani babası kabullendi öyle mi?

-Öyle.

-Ana, o daha genç bir çocuk sayılır. Nasıl taşıyacak o kadar mesafeden toprağı?

-Ne bileyim oğul. Bütün köylü okullar tatil olduktan sonra öğretmenin Çamur Dağından taşıyacağı toprağı bekliyor. Köyün her yerinde konuşulan tek konu. “Taşır, taşıyamaz” lafları alıp yürüdü.

-Sen ne dersin Zeynep, taşıyabilecek mi?

-Bilmiyorum abi.

-Ölüp gidecek çocuk ömrünün baharında. Ben buna karşıyım ana. Kardeşim böyle namuslu, güzel ahlaklı bir genci bulduktan sonra kaybetmesini istemiyorum. Öğretmene bir şey olursa başta sorumlusu biz oluruz ve ömrü billah bunun üzüntüsüyle yaşarız. 

-Doğru dersin oğul ama elimizden ne gelir?

Xxx

Cemal öğretmen, yarınki dersler için hazırlanması gerekiyordu ama bir türlü kendisini derslere veremiyordu. Odasında tek başına olması onu daha da strese sokuyordu. Hayati, hiç cevap vermeden ayrılmasına bir türlü anlam veremedi. Yoksa karşı mı çıkacak? Karşı çıksa da çıkmasa da söz kesilmiş, Çamur Dağından toprağı taşıdıktan sonra sıra düğüne gelecekti. Babasına, anasına ve kız kardeşi Çeşminaz’a, Hayati’yle konuştuğunu söylememişti. Aslında söylesem iyi olurdu. Onların da bilme hakkı vardı. Vardı ama ne gibi bir tavır takınacaklarını bilmiyordu. Yarın karşılaşırsam, davranışlarından kararını anlarım, diye düşündü. Kapının çalınması ile kendine geldi:

-Abi çay demledik, anam kete yapmıştı, sobanın fırınında ısıttık, babam dedi ki, Cemal’e söyle gelsin. Sonra hazırlanır.

-Kafam başka yerde, hiçbir şey yapamadım. Çay içersem belki kendime gelirim Çeşminaz.

-Ne oldu?

-Yok, bir şey yok. Bir tembellik çöktü üzerime. Erken yatar sabah erken kalkar hazırlanırım. 

-Gel hadi öyleyse.

Mabeyin,i yatıp kalktığı odadan daha sıcaktı. Sobanın yanına sokuldu. 

-Ne o üşüdün mü oğul?

-Oda sanki biraz soğuk baba.

-Ben birkaç tane odun atayım sobaya. 

-İyi olur Çeşminaz.

Osman usta, oğlunun bir şeyler söylemesini bekliyordu ama ser veriyor sır vermiyordu. Hayati ile ayak üstü konuşurken evin penceresinden görmüştü onları ama Cemal hiçbir şey söylemiyordu. Keyifsiz olduğu her halinden belli oluyordu. Çayını yudumlarken anasının yaptığı keteden ancak birkaç lokma yiyebildi. 

Belli belli bir sıkıntısı var. Sorsam mı acaba? Konuşma da konuşmuyor. Biraz sıkıntısı ile baş başa bırakayım. Okumuş adam bizlerden daha mantıklı düşünür. Zeynep’i, taşıyacağı toprağı düşünüyordur mutlaka. Şu işi bir hayırlısı ile bir bitirebilsek. Bu nasıl töredir ki, yıllardır sürüp geliyor. Başka köye kız versen ne olacak. Birbirini seven insanları ayırmak hangi kitapta yazıyor? Cemal’ime güveniyorum, o, on torba toprağı taşıyacak güçte, güçlü kuvvetli bir delikanlıdır. Bakma okumuşluğuna. 

-Cemal, Hayati’nin sana karşı tutumu nasıl?

Bu da sorulacak soru muydu baba? Daha dün bir bugün iki. Nasıl adam olduğunu da bilmiyorum ama onu Kostan dağından köye getirmemi unutamıyordu.

-İyi baba.

-Kız kardeşi ile sözlü olduğunu biliyor mu?

-Biliyor, bugün söyledim. Evde gelmeden önce.

-Ne cevap verdi?

-Bir şey demeden dönüp eve girdi.

-Tepkisi nasıl oldu, sen anlamışsındır?

-Tavrı değişmedi ama beni bir şey söylememesi düşündürüyor.

-Bilmiyor muydu? Kadrinur hatun söylemedi mi oğluna?

-Anladığım kadarıyla söylemedi baba.

-Bu akşam öğrenir, bakalım yarın nasıl olur sana karşı tavrı? Nasıl olursa olsun, canını sıkma, her şey bitti. Okullar ne zaman tatile giriyor?

-Haziran ayının ilk haftasında baba.

-Bir şey kalmadı iki ay gibi.

Ördüğü çorabı dizinin üstüne koyan Kadrinur hatun, her şeyden önce köyü düşünüyordu. Osman ustaya birkaç kez köye gidip, bostanları dikmeleri gerektiğini söylediyse de kocası Cemal’i köyde yalnız bırakmak istemiyordu.

-Bey, köye gitmeyecek miyiz, şimdi herkes bağında, bahçesindedir.

-Ne dersin Cemal, anan haklı, biz bu hafta sonu köye gidelim, sebzelerimizi dikelim. Geç kalıyoruz. Nisan ayının ortası oldu biz hala sebzelerimizi dikmedik.

-Olur baba, beni düşünmeyin. Elbette gidin, geç bile kaldınız. 

-Çeşminaz kalsın seninle istersen, yemeğini yapar.

-Yok ana, ben hallederim. 

-Peki sen bilirsin oğul.

Köye dönmeye sevinmeyen Çeşminaz’ın yüzü bir anda asıldı. Az kalsın çayı abisinin üzerine döküyordu. 

-Aman kızım dikkat et.

-Birden başım döndü baba, ondandır. 

-Hasta mısın?

-Yok iyiyim aniden oldu, bir şeyim yok.

Gece ilerlemişti. 

-Ben biraz erken yatacağım, sabah kalkıp hazırlanacağım.

-Olsun oğul, iyi geceler. Biz de yatalım ne dersin hanım.

-Olsun, kapı kaçağı toplayalım da yatarız.

-Siz yatın ana ben toplarım.

-Peki kızım.

Osman usta da Aliye kadınla odalarına çekildiler. Çeşminaz, mabeyinde yalnız kalmıştı. O, zaten mabeyinde yatıyordu. Kapı kaçağı bir güzelce yıkadı. Peykenin üzerine oturdu. Köye dönme fikri uykularını kaçırdı. Köye dönerlerse bir daha Ömer’i göremeyecekti. Demliğin kapağını kaldırdı. Hala çay vardı. Yıkadığı bardaklardan birini aldı, çayını doldurdu. Hem içiyor hem de düşünüyordu. Anam söylediğinde abim burada kalmamı kabul etseydi ne iyi olurdu. Ömer’i her gün olmasa da ara sıra görecektim. Benimki boş hayal herhalde. Köye dönersem Ömer beni unutur mu acaba? 

Çayını bitirdi, yatağını serdi. Bacaklarını karnına toplayarak yatağa girdi. Fitilini kıstığı gaz lambasına baktı. Uykusu gelmiyordu. Gogoçların gevezesi yine havlıyordu. Onun sesinden başka ses yoktu. Köye gider, bir gayretle sebzeleri diker, bir bahane uydurur, abimin yanına dönerim. Hafta sonunu beklemeye de gerek yoktu. Yarın yola çıksak akşama köydeyiz. Devrisi gün Karaca’daki bostandan başlar hepsini bir haftada dikeriz. Ben anamdan babamdan izin ister, abim köye geldiğinde onunla yeniden buraya gelirim. İçi biraz ferahlamıştı. Düşündüğü iyi fikirdi ama anası babası bakalım ne diyecekler?

(Devamı var)

YORUM EKLE