Çamur Dağının Kızı (52)

Cemal, elinde ip ile köy çıkışına yürüyeceği sırada Zeynep, oturduğu yerden ayağa kalktı. Gözler ona çevrildi. 

-Dinleyin beni!

Herkes birbirine baktı. Kimseden ses çıkmıyordu. Küçük bebeler bile sustu. Çiçekli Mahallesi’nden gelen yanık kaval sesinden başka ses yoktu köyde. Kuşlar bile ötmüyordu. Dut ağaçlarındaki cırcır böcekleri de sus pustu.

-Cemal Öğretmenin benim için toprak taşımasına gerek yok!

Hayati, anası Kadrinur’a baktı. Kadrinur ana başını iki yana hafifçe  “Ben bir şey bilmiyorum” dercesine salladı. Osman usta, Aliye kadına “Ne oluyor” dercesine baktı. Koca Çavuş Dede ve Koca Zülfiye Nene de ne olduğunu anlayamadılar.

-Ben Cemal öğretmeni sevmiyorum!

Çeşminaz, bir babası Osman ustaya bir de anası Aliye’ye baktı. 

-Baba ne diyor bu?

-Bilmem kızım. Ne demek “Ben Cemal öğretmeni sevmiyorum”. Ne oluyor?

-Beni gelip istediler. Benim fikrimi sormadılar. Herkes duysun ve bilsin, Cemal öğretmenin eli elime değmedi. Ona “seni seviyorum” demedim. Boşuna yere kendisine eziyet çektirmesin. On değil yirmi torba toprak da taşısa ben onunla evlenmeyeceğim.

Sözünü bitirir bitirmez, hızlı adımlarla evine doğru yöneldi. Köylüler ayrılarak ona yol verdi. Doğruca eve gelip evin giriş kapısının eşiğine oturdu.  Abisi Hayati ve anası Kadrinur kadın yanına geldiler.

-Zeynep, ne oluyor, ben Cemal öğretmeni sevmiyorum da ne demek? Bütün köylü toplanmış. Çevre köylerden insanlar buraya gelmiş. Senin şimdi bu yaptığın doğru mu?

-Doğru abi, benim fikrimi sormadan muhtar emmi ile anam “he” dediler.

-Ne diyor bu Zeynep ana?

-Söylediği doğru oğul. Ama onun hal ve tavırlarıyla Cemal öğretmeni seviyor sandık. Onun için “he” dedik. Onu istemeye gelecekleri akşam yerinde duramıyordu. 

Gözler bu kez Cemal öğretmene çevrildi. Zeynep’ten duydukları onda hayal kırıklığı yarattı. “Yalan söylüyor. Benim toprak taşımamı istemediği için yalan söyledi. Öncekiler gibi bırakacağımı ya da öleceğimi sandı. Ne kadar beni sevmediğini söylersen söyle ben bu toprağı taşıyacağım” dedi ve:

-Ben de şunu söyleyeyim. Ben de bu toprağı törenin kalkması için taşıyacağım. Herkes işine gitsin, dedi ve Çamur Dağının dönemeçli rampasına tırmanmaya başladı. 

Hiç kimse yerinden ayrılmamıştı. Gözler Çamur Dağına tırmanan Cemal öğretmendeydi. Dönemeçleri döne döne gözden kayboldu. 

Çiçekli Mahallesinden gelen kaval sesi yanık havayı bırakıp:

“Zeynep bu güzellik var mı soyunda

Elvan elvan güller biter bağında

Arife gününde bayram ayında.

Zeynep’im Zeynep’im allı Zeynep’im

Beş köyün içinde şanlı Zeynep’im.

Zeynep’e yaptırdım altından tarak

Tara zülüflerin bir yana bırak

Zeynep’e gidemem yollar pek ırak

Zeynep’im Zeynep’im allı Zeynep’im

Beş köyün içinde şanlı Zeynep’im.”

Türküsünü çalmaya başladı. Bir süre türküyü çalan Zeynep, kaval çalmayı bıraktı. Kılıfına koyup, boynuna astı. Kardeşi Aslan’ın elini tutarak kalabalığın toplandığı orta mahalleye geldi. Onun da gözleri Çamur Dağı’ndaydı. 

Çeşminaz, babasından izin alarak Zeynep’in yanına geldi. Zeynep Çeşminaz’ın geldiğini görünce ayağa kalktı, boynuna sarıldı ve ağlamaya başladı. 

-Ben biliyordum, neden öyle söylediğini, abim toprak taşımasın diye söyledin Zeynep, biliyorum. Merak etme abim o toprağı taşıyacak ve ona bir şey olmayacak. Abimi çok iyi tanırım çok güçlü ve kuvvetlidir. Hadi gel oturalım.

-Öğretmenim geliyor, diye bağırdı Sultan.

Gözler, bir kez daha Çamur Dağı’na çevrildi. Cemal öğretmen, dönemeçleri yavaş yavaş dönerek dağdan iniyordu. Sırtındaki toprak dolu torba onu hafif kamburlaştırmıştı ama uzaktan görüldüğüne bakılırsa çok rahattı. Dağdan inip köyün içine girdi. Oldukça rahat görünüyordu. Doğruca Zeynep’in evinin önüne geldi. Köylüler, suskundu. Kimseden ses çıkmıyordu. Yük taşının üzerine sırtındaki torbayı koydu, ipleri çıkardı. Torbayı kaldırarak kapının önüne koydu. Ne Zeynep ona ne de o Zeynep’e baktı. Katladı, ipi eline aldı. Arkasında kardeşi Çeşminaz ile birlikte kaldıkları evin önüne geldi. Aliye kadın boynuna sarıldı:

-Nasılsın oğul?

-İyiyim ana.

-Zorlanıyor musun?

-Yok baba.

-İstersen bırak, baksana Zeynep ne dedi?

-Desin baba, onun ne için söylediğini biliyorum. Çeşminaz, ben şimdi gidiyorum, gelişimde çay olursa iki bardak içerim.

-Tamam abi, istersen şimdi demleyeyim, biraz soluklan.

-Yok, dağın öte yamacındaki torbaları öğlene kadar taşımalıyım.

-Dikkatli ol oğul, yakan bu güneş, yağmurun habercisi, bir an önce taşımaya bak. Yağarsa çuvallar ıslanır.

-Merak etme baba, öte yüzdeki torbaları getirirsem bu yüzdekiler daha yakın. Ben gidiyorum.

-Sağlıcakla git, sağlıcakla gel oğul.

-Sağol ana.

Yine köyün çıkışına doğru yürüdü. Dönemeçleri dönerek gözden kayboldu. Dağın öte yüzü köye hemen hemen iki kilometre uzaklıktaydı. 

Çamur Abbas ile Çemiş Hasan, kahvehanenin önünde oturan köylülere çay yetiştiremiyorlardı. Çevre köylerden gelenlerle bugün köyde ayrı bir gün yaşanıyordu. Koca Çavuş Dede’nin etrafını çevirmişti köylüler. 

-Bu öğretmen deli, dedi Sümüklü Salih.

-Niye ki?

-Kız seni sevmiyorum dedi. Daha ne diye taşıyorsun toprağı Allah’ın delisi.

-Bir bildiği var.

-Ne bildiği olacak ki? Öğretmen oldu da ne oldu, akıl olmadıktan sonra. Seni elini sallasan ellisi, kolunu sallasan tellisi alır.

-Doğru dersin Sümüklü Salih, akıllı bir söz ettin. Seni baban zor şartlar içerisinde okuttu. Öğretmen oldun. Köylü kızı alıp da ne yapacaksın? Al şehirden senin gibi okumuş birisini. İki maaş, gel keyfim gel.

-Gönül bu aslanım. Gönül kimi severse o güzeldir.

-Doğru söylersin de ben olsam sevdiğim kız öyle dedikten sonra değil toprak taşımaktan vazgeçmeyi, bu köyden tayinimi ister giderdim.

Sohbet sürerken gözler de Çamur Dağı’ndaydı. Cemal ikinci torba sırtında dağdan inen ilk dönemeçte göründü. O görününce konuşmalar da kesildi. Dönemeçleri sıra ile iniyordu. Belli ki çok rahattı. Zeynep de dayanamadı, o da gözlerini Çamur Dağı’na çevirdi. Her adım atışını izliyordu. Köyün içine girince bir alkış tufanı koptu. Kadınlar, çocuklar, herkes Cemal öğretmeni alkışlıyordu. İlk seferinde yaptığı gibi yük taşının üzerine sırtındaki torbayı koydu. İplerden kendini kurtardı. Torbayı kaldırıp diğer torbanın yanına koydu. Kimseye bakmadan kaldıkları evin önüne geldi. Çeşminaz elinde çay dolu bardakla geldi. 

-Sağ ol Çeşminaz.

-Otur oğul, dinlen biraz. Çayını rahat iç, daha gece yarısına çok var. Kendini zorlama.

-Rahatım ana zorlamıyorum. 

-Rampa çıkıyorsun. Rampayı yavaş çık, torbaların yanına vardığında biraz soluklan. 

-Öyle ediyorum ama.

İkinci çayını da içtikten sonra kalktı. Köylülerin bakışları arasında köyün çıkışına doğru yürüdü. Yavaş yavaş dönemeçleri döndü ve önceki iki seferi gibi gözden kayboldu. 

Gökyüzünde bulutlar belirmeye başladı. Osman ustanın korktuğu olacak gibiydi. Cemal öğretmen ikindiye kadar Çamur Dağının öte yüzündeki toprak dolu torbaları taşıdı. Yolu kısaltmıştı ama yorulduğunu o da anladı. Evin önündeki çardağa geçti. Anasının pişirdiği çorba ve kuru fasulyeden iştahla yedi. Üstüne iki bardak çay içince kalktı.

-Ben, gideyim artık. Hava hazır serinlemişken kalan torbaları bir an önce taşımalıyım. 

Köyü henüz yeni çıkıp tam dağın yoluna vuracaktı ki büyük bir gök gürültüsü Çamur, Kostan ve Vauk dağlarında yankılandı. Şimşek çakmasından korkan çocuklar annelerinin bacaklarına sarıldılar. Tane tane yağmur damlaları düşmeye başladı. Gök gürültüsü ise ardı ardına her üç dağda da yankılanıyordu. Hava karardıkça kararıyordu.

-Ben sana demedim mi hatun, bu kızgın güneş iyiye alamet değil diye?

-Ne olacak şimdi usta?

-Bilmiyorum hanım. Hele bu seferini gelsin bakalım Cemal.

Damla damla yağan yağmur gittikçe artıyordu. İkindi saatleri olmasına karşın akşam olmuş gibiydi. Gogoçların harmanı yağan yağmurla birlikte boşaldı. Kadınlar çocukları ile koşarak evlerine giderken, erkekler ise kahvehaneye girdiler. Zeynep, abisi ve Kadrinur ana, evin önündeki çardağın altına geçtiler. Yağmur çok hızlı yağıyordu. Gök gürlemesi ile ortalık olağanüstü aydınlanıyordu. 

Osman usta, eşi ve kızıyla onlar da kendi kaldıkları evin önündeki çardağın altına sığındılar. Hızlı yağan yağmurun sesine gök gürültüsü karışıyordu. Kısa sürede köyün içinden yağmur suları akmaya başladı. Cemal öğretmen görünürlerde yoktu. 

Zeynep, başını ellerinin arasına almış durumda oturuyordu. Ne o ne anası ne de abisi Hayati konuşuyordu. Hayatı ayağa kalktı. Çardağın dışına çıkmak istedi ama bardaktan boşanırcasına yağan yağmur onu engelledi. 

-Canından olacak bu çocuk, Allah korusun yıldırım da vurabilir.

-Ağzını hayıra aç oğul.

-Zamansız yağan yağmur ana. Öğleden önce ne güneş vardı. Birdenbire hava nasıl bu kadar değişir?

-Allah’ın hikmeti oğul.

Zeynep, kara kara düşünüyordu. Cemal’im de öncekiler gibi mi olacak? Toprak taşımak yetmiyormuş gibi yağan yağmur onu canından edecek. O, bırakıp gitmez. Ya taşıyacak ya da canından olacak. Kim koydu bu lanet olası töreyi? Başı sürekli iki elinin arasındaydı. Çardağın üstünden damlayan yağmur sularına bakıyordu. Her düşen damla onun yüreğine bir bıçak gibi işliyordu. Her damla torbanın daha da ağırlaşması demekti. Gideli bir saat oldu hala görünmedi. Yoksa? Allah korusun. Oturduğu yerden kalktı, evin önüne kadar gelip Çamur Dağı’na baktı. Görünürde hala yoktu. Bir şey oldu mutlaka, bu zamana gelirdi. Yoksa torbayı sırtına alırken, torbanın altında kalmasın. Ne de ağırdır o torbalar şimdi. Yağan yağmurla çamura dönüşmüştür. 

-Gel kızım ıslanacaksın.

(Devamı var)

YORUM EKLE