Çamur Dağının Kızı (56)

Sobran muhtarının sözleri karşısında Nafia Müdürü Şemsi’nin yüzü renkten renge girdi. Vali Cezmi Bey ile göz göze geldi. Yüzü kıpkırmızı kesildi.

-Neyi varmış Nafia Müdürünün, ilgilenmedi mi sizinle?

-Nerede beyim?

-Valinin yanına gideydiniz.

-Valinin yanına kim koyuyor ki, yüzünü görelim.

-Nasıl yani?

-Son çareyi vali beyde aradık. Ben ve ihtiyar heyetimiz geçen yıl vali beyi görmeye, derdimizi anlatmaya gittik. Bizi vali yardımcısı Cemil beye yönlendirdiler. Öğlene kadar bekledik. Bizi odasına almadı. Mesai bitince de çıkıp gitti. 

-Eee?

-Öğleden sonra tekrar gittik. 

-Almadı mı odasına?

-Aldı ama neden sonra, akşama yakın odasına girebildik. Nafia Müdürlüğü ona bağlıymış. Durumumuzu anlattık. Vali bey ile görüşmek istediğimizi söyledik. O, bizi Nafia Müdürüne gönderdi.

-Gittiniz mi?

-Yok.

-Neden?

-Bize ne söyleyeceğini bildiğimiz için gitmedik.

-Siz yine ne yapın yapın Vali Bey ile görüşmeye bakın.

-Bizi kim kor yanına ki beyim. 

-Siz yine de gidin.

Tazelenen ikinci çayları da içtiler. Vali Cezmi Bey ile diğerleri de ayağa kalktılar. Deli Osman’a çay için teşekkür ettiler. Tam bu sırada muhtar:

-Beyim o kadar uzun yoldan geliyorsunuz ama atlarınızın üzerinde tek bir leke yok. Dikkatimi çekti.

-Doğru dersin muhtar, her durduğumuz yerde atlarımızı tımar ediyor, terlerinin soğumasını bekliyoruz. Ha, dediğim gibi sen yine de Vali Bey’e git. 

-Tamam beyim, senin hatırına deneyeceğiz.

-Haydi kalın sağlıcakla.

-Yolunuz açık olsun.

Atlarına binerler Vali Cezmi Bey önde Yayladere köyünü geçtikten sonra Kostan Dağının patika yoluna vururlar. Yol o kadar rampadır ki atların bile yürümekte zorlandığını gören Vali:

-Nafia Müdürü Şemsi, duydun mu muhtarın söylediklerini? Demek gelen vatandaşları başından savıyorsun?

-Devletin imkanı elverdikçe yol yapıyoruz Sayın Valim.

-Yani diyorsun ki devletin imkanı yok, öyle mi? Devlette imkan diye bir şey yok müdür. İmkansızlığı beceriksiz müdürler yaratır. Şu yolun halini görüyor musun? İnsan hiç değilse bu taraftaki köylülere üç beş kuruş verir yolu hayvanların rahat gidip geleceği şekilde yaptırır, değil mi albayım?

Kostan Dağının zirvesine çıkınca Vali Cezmi Bey, durdu. Süt beyaz atını öne eğilerek eliyle sevdi. Doğanın en güzel ayıydı bu ay. Her taraf çeşit çeşit çiçeklerle doluydu.

-Şu kokuyu alanınız var mı?

-Çok hoş bir koku Sayın Valim.

-Öyle albayım.

Çevreye göz gezdirdi. Çamur köyüne yaklaşmışlardı. Kostan Dağının öte yüzünde, tam dağın dibinde olan köyü görünce:

-Bu köyün adı ne Maarif Müdürü?

Şükrü Bey cevap veremedi. Vali Cezmi sorusunu yineledi:

-Duymadın mı Şükrü bu köyün adı ne?

Şükrü bey, yavaş duyulur bir sesle:

-Bilmiyorum Sayın Valim.

-Ne dedin ne dedin, sesli söyle duymadım.

-Bilmiyorum Sayın Valim.

-Albayım duydun mu ne dedi?

-“Bilmiyorum” dedi Sayın Valim. Ama isterseniz ben söyleyeyim.

-Sehpane değil mi?

-Evet Sayın Valim.

Vali Cezmi Bey, Maarif Müdürü Şükrü Beye bakmadan:

-Şükrü yarın saat onda kasabalar da dahil, bütün köylerin adlarını ve öğrenci sayılarını istiyorum. Öğrencilerin kaçı kız kaçı erkek ayrı ayrı saat onda bende olacak.

-Emredersiniz Sayın Valim.

-Gidelim. Sakın bana vatandaşların yanında “valim” demeyin.

Kostan Dağından Bandırlak köyüne inen patika yolu takip ettiler. Birkaç dönemeç sonra Bandırlak köyündeydiler. Köyün üstünden geçen yolun kenarında yaşlı bir kadınla yaşlı bir erkeğin oturduğunu görünce atını durdurup, “selam” verdi.

Selamı alan yaşlı adamın üstündeki giysilerin yırtık ve yamalı olduğunu gördü. Yaşlı kadının ise giydiği entarinin kolları ve etek kısmı yamalıydı.

-Sigaran var mı?

Vali Cezmi Bey, atından inince diğerleri de indi. Yaşlı kadın ve yaşlı adamın elin öptü.

-Bahtiyar ol evladım. El öpenlerin çok olsun. Bana bir sigara versene.

-Ne yapacaksın sigarayı amca.

-Çok cahilsin, sigara ne yapılır, içilir.

-İçmesen.

-Bunun huyu zaten yoldan gelen geçenlerden sigara istemek, sabahlara kadar da öksürükten uyuyamıyor.

-Bak ne diyor koca nenem.

-Sen onun demesine bakma. 

-Ben sigara içmiyorum.

-Ha bu kadar adamın içinden sigara içeniz yok mu?

Vali Cezmi Bey, Albay Celil’e baktı. Albay çıkardığı sigarayı yaslı adama uzattı. Yaktı. Derin bir nefes alıp üfledi. Üflemesi ile birlikte öksürmesi de bir oldu. Bir süre öksürdükten sonra sigarasından ikinci kez çekti. Bu kez öksürmedi.

-Ben bu sigarayı bırakamam evladım.

-Neden ki amcam.

Çamur Dağı’nı göstererek:

-Şu gördüğün dağ var ya, o dağ benim aslan gibi torunumu aldı.

-Nasıl oldu? Hele bir anlat.

-Torunum doğduktan altı ay sonra oğlum Derman’ı bir sabah yatağında ölü bulduk. Ocağımız kapanmıştı. Bir oğlum vardı onu da yaradanım yanına aldı. 

-Mekanı cennet olsun.

-Amin… Torunumun adını o Ersoy koymuştu. Yemedim içmedim, Ersoy’uma yedirdim. Büyüdükçe yakışıklı oldu. Kara kaşlı, kara gözlü yağız bir delikanlı olmuştu. Tuttu, şu dağın dibinde bulunan Çamur köyünden Zeynep adında bir kız sevdi. Gittik istedik. Bize “töremiz var” dediler.

-Neymiş töreleri?

-Ne sen sor ne de ben söyleyeyim evlat… Bize “Ya üç yıl üç ay üç gün bekleyecek ya da şu dağın her iki yakasından ağzına kadar toprak dolu on torbayı sevdiği kızın kapısına kadar taşıyacak” demesinler mi? Benim torunum da “Ben üç yıl üç ay üç gün bekleyemem” deyip on torba toprağı taşımayı göze aldı. Dokuz torba taşımıştı. Onuncu torbayı taşırken dizlerinin dermanı tutmadı. Dağdan aşağı yuvarlandı. Çalılıkların içinde ölü bulduk.

-Çok acı emmim. Ne ile geçinirsiniz burada?

-Ne ile olacak. Gelinim kocaya gitmedi. Bizimle kaldı. İki tane ineğimiz var. Onun sütünden yağ, peynir yapar, Salı pazarına götürür satar, neye ihtiyacımız varsa alır gelir. Çok isteyen oldu onu ama o bizimle kaldı.

-Burada okul var mı?

-Yok beyim, baksana üç-beş haneyiz. 

-Çocuk hiç yok mu?

-Var.

-Okula gitmiyorlar mı?

-Nerede gitsinler beyim? Onlar da bizler gibi cahil yetişiyorlar.

Vali Cezmi Bey, Albay Celil’e dönerek:

-Celil, başka sigaran var mı?

-Var, yedek almıştım yanıma.

-Açık olanı yaşlı amcama ver. Amca, hadi bize müsaade… Daha çok yolumuz var. Yaranı deştik. Ha, adın neydi senin amcam?

-Mustafa Kemal. Rahmetli babam kurtuluş gazisiydi. Paşa’nın yakınında savaştı bu ülkeyi kurtarmak için. Ben doğunca atamızın adını koydu. 

-Ananın?

-Alime.

-Yolcu yolunda gerek, yaranı deştik, hakkını helal et.

-Helal olsun evlat.

Bu kez atına binmedi. Dizginler elinde yürümeye başladı. Diğerleri de onu takip etti. Kostan Dağını tam inince hayrat olarak yapılmış çeşmenin önünde durdu. 

-Hava sıcak, şu suda elimizi yüzümüzü yıkayalım.

Öyle de yaptı. Suyun soğukluğu onu serinletmişti. Elini lülenin altına tuttu. Kana kana içti. Albay ve Emniyet Müdürü de aynısını yaptı ama ne Maarif ne de Nafia Müdürü çeşmeye yaklaşmadı. Tam bu sırada savaş oluyormuş gibi silah sesleri Çamur Dağından Kostan Dağına yankılandı. Silah seslerinin arkası gelmiyordu. Albay Celil ile Emniyet Müdürü Fikret Bey, Valinin önüne geçtiler. Kendilerini siper ettiler. Silah sesleri iki dağ arasında gidip geliyordu. Tabanca sesleri ise daha cılız kalıyordu. 

-Sayın Valim, yerinizden kıpırdamayın.

Albay Celil ile Emniyet Müdürü Fikret Bey, bellerinden tabancalarını çıkarıp hazneye mermi sürdüler. Onların bu hareketlerini gülerek izleyen Vali Cezmi Bey:

-Açılın önünden, bu ya bir düğün ya da bir şey kutluyorlar. Baksanıza silah sesleri karşımızdaki köyden geliyor. Dikkatli dinleyin davul-zurna sesi de var. Binin atlara şenliği kaçırmayalım. Yol güzel burada.

Atlarını bindiler. Albay Celil öne geçmek istedi.

-Sayın Valim siz arkamdan gelin.

-Yok Albayım, merak etmeyin. Ben Trabzonluyum, bizim oralarda düğünler ve şenlikler hep silahla olur. Belli ki bu vilayetin köylülerinde de aynı gelenek var. 

Atına bindi, dörtnala sürmeye başladı. Nafia Müdürü ile Maarif Müdürü çok arkalarda kalmıştı. Köyün girişine gelince atını durdurdu. Şükrü ve Ali beylerin gelmesini bekledi. Birlikte köye girdiler. 

Köyün içi iki gün önce yağan yağmurdan adeta balçık gibiydi. Buraya kadar atlarında bir tek leke yokken köyün içinde atların ayaklarından sıçrayan balçık çamuru göğüs kısmına yapışıyordu.  

-Şimdi anladım, bu köyün adı Çamur köyü olsa gerek. Baksanıza şu çamura, ne dersin Celil?

-Olabilir Sayın Valim.

-Bu dakikadan sonra birbirimize adlarımızla hitap edeceğiz.

Silah sesleri bir türlü susmuyor, davul zurna da sürekli çalıyordu. Gogoçların harmanına yaklaşınca harmanda oynayan ve onları seyreden köylülerle karşılaştılar. Muhtar İsmail, gelenleri görünce davul-zurnayı susturdu, koşarak yanlarına geldi.

-Buyurun, bu yörenin insanına benzemiyorsunuz, nereden geliyor nereye gidiyorsunuz?

Kalabalığa göz gezdiren Vali Cezmi Bey, herkesin kendilerine baktığını görünce:

-Trabzon’dan geliyoruz, Yağmurdere’den geçerek sahile ineceğiz.

-Yanlış yoldasınız. Burası son köy. Yağmurdere’nin yolu Bandırlak köyünün çıkışından ayrılır beyim.

-Doğru, silah ve davul-zurna sesini duyunca düğün ya da şenlik var diye geldik. Biraz kalıp yolumuza döneceğiz.

-Buyurun. Ömer, atları al, koşun kahvehaneden sandalye getirin.

Gelen sandalyeleri Gogoçların harmanında ceviz ağacının gölge ettiği yere koydular. Koca Çavuş Dede ile Koca Zülfiye Ana da orada oturuyordu. Koca Zülfiye Ana Vali Cezmi Bey’e dikkatlice bakınca tanır gibi oldu. Vali, yanlarına giderek hem Koca Çavuş Dede’nin hem de karısının ellerinden öptü. Diğerleri de Vali Cezmi Beyi takip etti. Getirilen sandalyelere oturdular. Koca Zülfiye Ana gözlerini Vali Cezmi Beyden ayırmıyordu.

(Devamı var)

YORUM EKLE