Çamur Dağının Kızı (62)

Osman usta, semt pazarında muhtar İsmail’in atını görünce karısı ve kızı ile yanına gitti. Cemal öğretmen meydanda yoktu. Ömer’e dönen usta:

-İstersen atı ve eşeği al sen dön Ömer, biz burada Cemal’i bekleyelim.

-Cemal gelsin ondan sonra dönerim Osman emmi.

-Peki, geç kalmayasın diye söyledim.

Valilikten çıkan Cemal, hızlı adımlarla pazar yerine yöneldi. Babasını görünce, iyi erken geldiler. Çok mutluyum. Bir sene içerisinde Valinin elinden takdirname ve maaş ödülü almak kolay değil. Nasıl mutlu olmam? Daha çok çalışmam lazım. Anam, babam ve kız kardeşim ödül aldığımı duyunca çok sevinecekler. 

-İyi erken geldiniz baba.

-Durmadık yolda… Ne için çağırdı seni Vali Bey?

-Ödül verdi bana.

-Ödül mü?

-Evet hem takdirname hem de üç maaş ikramiye.

-Ya… Gel seni bir öpeyim oğul… Hep böyle ol… 

-Sağol baba.

-Eh, biz yavaş yavaş Deli Kadir’i bulalım, geçelim kalkacağı yere. Kaçırmayalım onu. Bir tahtası noksandır, bir şeye kızarsa Torul’a da boş boş gider. Ömer, çok sağol, babana selam söyle. On, on beş gün sonra geleceğim. Kum ve çakıl hazır olsun.

-Tamam emmi.

Xxx

Uzun süren yolculuk sonrası Osman usta ailesi ile birlikte köyündeki evindeydi. Çocukluğundan başlayıp yıllarının geçtiği evini çok özlemişti. Ona ilk hoş geldin diyen muhtar İhsan oldu.

-Özletiyorsun kendini usta.

-Hiç sorma muhtar, ben de hem sizleri hem de köyümü çok özledim. 

-E, yarı Çamur köylü de oldun sayılır. 

-Bir bakıma öyle oldu. On on beş gün sonra yine gideceğim. 

-Niye ki?

-Köyün içine beton dökeceğiz. Adı gibi çok çamur oluyor köyün içi.

-Düğün gününü kararlaştırdınız mı?

-Evet, önümüzdeki ağustos ayının on beşinde.

-Allah tamamına erdirsin.

-Amin.

-Sende hoş geldin Aliye hatun, bir gittin pir gittin. Gelini de aldın sayılır. 

-Sağol İhsan abi. Öyle oldu.

-Sen nasılsın Ömer?

-İyiyim İhsan amca sizleri sormalı. 

-Artık seni ancak yaz aylarında görebileceğiz. Biliyor musun? Köyümüzden, hatta Çit Deresinden çıkan ilk öğretmensin.

-Öyle oldu İhsan amca.

-Düğünün de yakınmış, Allah bir nikahta kocatsın.

-Sağol amca.

Köyde Aktürk ailesinin geldiğini duyan köylüler, Osman ustanın evine hoş geldine geliyorlardı. Hoş geldine gelenler arasında genç kızlar da vardı. Cemal öğretmenin kendilerinden birine gönül vermeyip de görev yaptığı köydeki kıza gönül vermesini kıskanıyorlardı. Ellerinden altın yumurtlayan bir tavuğu kaçırmanın üzüntüsünü yaşıyorlardı.

-Ben çeşmeden su alıp da geleyim ana, dedi Çeşminaz.

-Al kızım.

Omuzluğa taktığı iki kovayı alarak evin çevirmesinden çıktı. Orada bulunan genç kızlar da hemen evlerine koşarak kovaları alıp köyün çeşmesine geldiler. Çeşminaz’a yetişmek istiyorlardı. Kovaları doldurmadan Çulsuz Halil’in kızı Sevim yetişti. Onu diğer kızlar takip etti. 

-Hele dur, dedi Çulsuz Halil’in kızı Sevim, nasıl köy güzel mi?

-Güzel Sevim.

-Kız da güzel mi?

-Çok güzel.

-Hele bir anlatsana, merak ediyoruz kız.

-Nesini anlatayım kızlar. O da sizin bizim gibi. Genç ve güzel bir kız.

-Saçları uzun mu?

-Uzun, bir örüğü var beline kadar iniyor.

-Deme?

-Gözleri?

-Ela mı ela, kaşları kara mı kara, boylu poslu. Daha anlatayım mı?

-Düğün ne zaman?

-Ağustos ayının on beşinde.

-Vallahi ağzımızdaki lokmayı becerip de yiyemedik. Kaptırdık abini yabanın gülüne.

-Eee, akıllı olaydınız.

-Anası, babası, başka kardeşi var mı?

-Babası yok ama yakışıklı dul bir abisi var.

-Genç mi?

-Genç genç. Ne kadar meraklısın Sevim?

-Ne bileyim, öğreneyim dedim. 

--Düğünü nerede yapacaksınız?

-Onu babam ile anam bilir, ben bilmem.

-Sen de gönlünü oralarda bir gence kaptırmayasın?

-Nereden bildin Cemile?

-Yoksa doğru mu?

-Doğru.

-Deme kız.

-Dedim işte.

-Kız şaka yapıyorsun.

-Böyle şeyin şakası olur mu Cemile?

-Vay be, sen de gittin desene.

-Sonra konuşuruz, çay demleyecek bir bardak su yok evde.

-Hele dur, dedi Çulsuz Halil’in kızı Sevim ve su dolu kovaları devirdi.

-Ne yaptı Sevim?

-Biraz daha konuşalım diye devirdim kovaları.

-Çok kötüsün, ben evde bir damla su yok diyorum, senin yaptığına bak.

Kovaları yeniden doldurdu. Omuzluğun askılıklarına takıp omuzuna aldı. Hızlı adımlarla evin yolunu tuttu.

-Vay be, yere bakan yürek yakan. Nasıl da alımlı alımlı yürüyor. Bize nispet olsun diye. 

-Hiç yalandan kıskanma, Çeşminaz da güzel kız. Görmedin mi parmağındaki yüzüğü?

-Demek ki nişanlandı.

-Öyle.

Xxx

Ustaya gelen komşular evlerine dönmüşlerdi. Artık yaz akşamının tadını çıkarmak gerekiyordu. Çitikebir köyünün yaz akşamları doyumsuzdur da şu ince sinekler olmasa. Nereyi ısırırsa orası tatlı bir şekilde kaşındırıyordu. Osman usta da kapının önündeki asmanın altında oturmanın tadını çıkarıyordu ama sinekler rahat bırakmıyordu. 

-Hanım, yok mu şuralarda tezek, yakın da şu sinekler başımızdan defolup gitsin.

-Var var, yakacağım.

Ay, Gelincik Taşlarından iki boyunduruk boyu yükselmişti. Hocalların bahçesinde karşılıklı öten guguk kuşları gecenin sessizliğini bozuyordu. Usta, köyünü çok özlediği her halinden belli oluyordu. Keyfine diyecek yoktu. Çamur köyündeki Gogoçların gevezesinin havlamasından da kurtulmanın mutluluğunu yaşıyordu. Pantolonunun arka cebinden tabakasını çıkardı. Kalın bir sigara sarıp yaktı. Dumanı gökyüzüne doğru üfledi:

-Baba içmesen şu sigarayı. Bırakma zamanın gelmedi mi?

-Farkındaysan sık içmiyorum.

-Olsun baba hiç içme.

-Doğru diyor Cemal, dinle onu bırak şu meleti. 

-Bırakacağım hanım merak etme bırakacağım.

-Çok duydum o sözleri. 

Çay ve sigara, ustanın keyfini iyice yerine getirdi. Hiç yapmadığını yaptı ve bacak bacak üstüne attı, farkında olmadan.

-E oğul söyle bakalım. Düğün masraflarını karşılayacak yeteri kadar paramız var mı? Ben bu sene gurbete de gitmedim. Köyde yaptığım havuzun parasını vermek istedi muhtar İsmail almadım. Okullar açıldığında çocukların ihtiyacını karşılarsın dedim.

-İyi ettin, aferin sana, ne ile yapacağız düğünü?

-Canınızı sıkmayın baba, ben de yeteri kadar para var. Maaşımı biriktirdim. Aldığım para ödülü de Hızır gibi yetişti.

-Benim oğlum senden akıllı Osman usta. 

-Bana çekti hanım bana.

Xxx

Zeynep, anası babası ölmüş yetim ve öksüz gibiydi. Cemal öğretmeni günlerce görememe düşüncesi ona aylar hatta yıllar gibi geliyordu. Anası Kadrinur kadın da kızının keyifsiz olduğunun farkındaydı. Zeynep evden her çıkışta hemen bitişikteki Cemal öğretmenin kaldığı amcasının evine bakıyordu. Belki işi olur da Cemal gelir diye umutlanıyordu. Şunun şurasında ağustosun on beşine ne kalmıştı ki. Nasıl olsa on beşinden önce geleceklerdi. 

-Ana, muhtar köylüyü kahvehaneye çağırdı, ben kahvehaneye gidiyorum. Sanırım guduların nakli olacak, dedi Hayati.

Abisinin bu sözleri Zeynep’e, Cemal ile tanıştığı günü anımsattı. Salı pazarında gudu satarken tanımıştı Cemal öğretmeni. Öğretmen olduğunu da bilmiyordu. Gelecek günleri düşündü. Sıkıntısı sanki içinden çıkıp Çamur Dağının arka yüzüne aştığı hissine kapıldı. 

-Tamam Hayati.

Kahvehane, köyün erkekleri ile doluydu. Muhtar İsmail, her zamanki masasında oturuyordu. Hayati de gelince kahvehaneye gelmeyen kalmamıştı. Çamur Abbas çay dolduruyor, Çemiş Hasan ise köylülere veriyordu. 

-Komşular, yarın gudular Pirahmet köyüne götürülecek. Herkes sabah hazırlıklı olsun. Birlikte yola çıkılacak. Dönüşte, Nafia müdürlüğüne uğrayacağız ve yüz torba çimentoyu alıp köye getireceğiz. Benim yazdığım listeye göre elli altı hanemiz gudu yapımını tamamladı. Guduları dikkatlice götürelim. Kırılmasınlar büyük emek verildi. Deli Kadir’in arabasına guduları yükledikten sonra doğruca Nafia Müdürlüğüne geçeceğiz. Oradan da her hayvan sahibi iki torba çimentoyu hayvanlarına yükleyip geri döneceğiz.

-Güzel dersin de muhtar, paramız kalmadı, guduların parasını ne zaman alacağız?

-On gün sonra.

-Söylediklerimin dışında bir şey söylemek isteyen var mı?

Muhtar, kahvehaneye göz gezdirdi. Kimseden ses çıkmayınca:

-İyi. Saat sabahın yedisinde herkes hayvanına guduları yüklemiş olsun.

Gudular satılacak, köylülerin cebi para görecekti. Herkes yaptığı gudu sayısı kadar parasını alacaktı. Deli Kadir, bu yıl guduları Erzurum’a götürecekti. Başka sürücülerin yedi- sekiz saatte aldığı Erzurum yolunu o on iki- on üç saatte alıyordu. Yükünün kırılabilir olduğunu bildiği için yavaş gidiyordu. Guduları Erzurum’da her zamanki alıcıya devrediyor, parasını aldıktan sonra beklemeden geri dönüyordu. Muhtar İsmail’e aldığı parayı teslim ediyor, muhtar da ona taşıma ücretini ödüyordu. 

Sabah, gudu kervanı yola çıkmaya hazırdı. Altmış beş haneden elli altı hane yaptıkları guduları sandıklara dikkatlice, guduların arasına kullanılmayan eski çullar konularak yüklendi. Yola çıkmak için her şey hazırdı. Muhtar İsmail, atına bindi ve köylülere dönerek,

-Herkese hayırlı yolculuklar.

Elli altı eşek, sahipleri ile birlikte muhtarı takip ettiler. Geçmiş yıllarda guduları evin erkeği çevre köy, kasaba ve şehirlere satmaya götürür, satış işi bitmeden de köyüne dönmediği anlatılır köyünde. Son yıllarda şehirler arası yolların yapılmış olması nedeniyle kamyonlarla yolluyorlardı çevre kasaba ve şehirlere.

Erkenden Kostan Dağının zirvesine varıldı. Herkes hayvanının önüne geçti, yularını eline aldı. Dağdan inen yol oldukça kötüydü. Buradan hayvanları dikkatli indirmek gerekiyordu. Her ne kadar gudular arasına bez ve çullar konulmuş olsa da hızla sallanması onların kırılmasına neden oluyordu. Gudu yolculuğunun en zor yanı Kostan Dağından Yayladere köyüne inen yoldu. Burayı indikten sonra yol oldukça düzgündü. Acele etmiyorlardı. Eşekler arasındaki mesafeyi de açmışlardı. Bir saati bulan zorlu inişten sonra derin bir nefes aldılar. Hayvanlarına yüklü olan gudularda anaların, gelinlerin, genç kızların el emeği, göz nuru vardı. 

Gudular onlar için ekmek demek, aş demekti, para demekti. Gelinlik kızların çeyiz parasıydı. Guduların parasıyla yeni urbalar alınacaktı. Genç kızlar alınan yeni urbalarla süslenecekti. Çamur Abbas’a olan çay borçları ödenecekti. Zorlu emeğin, zorlu da yolculuğu vardı. Bir hayvanın tökezlenip düşmesi, gudu yaparken hayal kuran genç kızların hayallerinin yok olması demekti. Hayati ise daha da dikkatliydi. Hayvanına yüklediği guduların toprağına Cemal öğretmenin teri, yaralarından sızan kan vardı. Kız kardeşi Zeynep’in hayali vardı.

(Devamı var)

YORUM EKLE