Düğün sofraları oldukça geniş olan Hocalların fırın evine kuruldu. Çorba ile başlayan on çeşit yemek köylüler tarafından “söz kesen” olarak adlandırılan sütlaç ile bitirildi. Osman usta, bir hafta öncesinden kendi köyünde oğlunun düğünü için şenlik başlattı. Yemeğini yiyenler Kofosların harmanındaki horona katılıyordu. Yediden yetmişe köyde yaşayan herkese düğün yemekleri ikram edildi.
Horon gittikçe kalabalıklaşıyordu. Kocaman harman alanına horon halkası sığmıyordu. Kadınlar, genç kızlar da horondaydılar. Osman usta ile muhtar Demirel İhsan, harman kenarında horon oynayanları seyrediyordular. Çitikebir köyünde kadın ve erkeklerin aynı horonda oynamaları birlik ve beraberliğin işareti olarak değerlendiriliyordu. Çevre köylerin bazılarında kadınlar ayrı yerde erkekler ayrı yerde horon tutuyorlardı. Horonda kimse kimseye yan gözle bakamazdı.
Horonun başındaki Mehmetalilerin Yılmaz, belinden parabellumu çıkardı. Horonda oynayan erkekler birbirlerinin ellerini bıraktılar. Onlar da bellerindeki tabancaları çıkardılar. Hep birlikte hazneye mermi sürdüler. Yılmaz, tetiğe basıp havaya ateş etti. Tabancasını çıkaranlar da birer el ateş ettiler. Şarjördeki mermiler bitinceye kadar tabancalar susmadı. Her tabanca sesi Gelincik Taşlarında yankılanıp, Çitisagir’de son buluyordu.
Horon bitince, sıra yöresel oynanan oyunlara gelmişti. Kal Ahmet, horonun başına geçti.
-Enişte, dedi kemençeci Hasan’a, çal bakalım bize hoş bileziği. Bilenler halayda yer aldı. Çoğunlukla yöresel oyunları oynayan yaşlılardı. Gençler ise onları durdukları yerden seyrediyor, öğrenmeye çalışıyorlardı. Hoş bilezikten sonra Sarıkız, Tamzara, Üç Ayak, Bayburt halayları oynandı.
Erkekler yöresel oyunları bitirince sıra kadınlara gelmişti. Herkes kenara çekildi. Yöresel oyunları bilenler halka oluşturdular. En başta ise Guş Nene vardı. Onların oynadıkları yöresel oyunlar görsel olarak erkeklerinkini ikiye katlamıştı.
Sıra genç delikanlılar ile genç kızların oynayacağı Trabzon yöresine has sıksaraya gelmişti. Kemençeci Hasan, kemençesine yeniden akort verdikten sonra köyün gençleri önde kızlar ise arkada oynamaya başladılar. Öyle hızlı oynuyorlardı ki seyredenlerin gözleri yoruluyordu.
Gececin geç saatlerine kadar devam eden horon ve halaylar topluca oynanan dizden kırma oyunu ile sona erdi. Köylüler halay ve horonun verdiği yorgunlukla evlerine dönerken Osman ustaya da “hayırlı olsun” demeyi ihmal etmiyorlardı.
Köylüler evlerine çekildikten sonra Osman ustanın evi büyük bir sessizliğe büründü. Onlar da yorgundu.
-Hanım hemen yatalım, kızım yataklarımızı ser. Ben hemen yatacağım.
Xxx
Çamur köyü muhtarı İsmail, kahvaltısını yaptıktan sonra evin önündeki çardağa elinde çay bardağı ile geçerek oturdu. Canı sigara çekti. Pantolonun arka cebinden tabakasını çıkardı. Sardığı sigarasını muhtar çakmağı denilen çakmakla yaktı. Onun arkasından oğlu Ömer çıktı dışarı.
-Ömer, hele gel.
-Buyur baba.
-Osman Usta ile konuşmuştuk. Düğüne üç gün kala, Çemiş Hasan’ın da atını alarak vilayete gideceksin. Usta ile ailesini alıp geleceksin. Yarın sabah gitmen gerekiyor. Ben Çemiş Hasan ile konuşurum.
-Olur baba.
Hem sigarasını hem de çayını keyifle içiyordu.
-Yaktın yine şu meleti. Ne anlıyorsunuz anlamıyorum. Ot parçasının esiri oldunuz. Bırak şunu artık muhtar. Kendine yazık ediyorsun. Geceleri öksürükten neredeyse boğulacaksın. Beni bile uyutmuyorsun.
-Alıştım hanım, bir türlü bırakamıyorum.
-Ot parçasına teslim oldun Çamur köyünün muhtarı İsmail.
-Bırak sigaramla uğraşmayı da hele gel otur. Ömer’i yarın vilayete yolluyorum. Ustayı alıp gelecek ailesi ile. Ne dersin biz de hazırlığımızı yapıp hazır onlar buraya gelmişken yapalım mı düğünümüzü.
-Olmaz muhtar. Adamın gücü iki düğünü kaldırmaz. Oğul everiyor. Hemen arkasından kızının düğününü yapamaz. Zaman tanımak lazım.
-Aslında iki düğünü bir arada yapsak ne güzel olurdu.
-Bak o olabilir. Bir taşla iki kuş vurmuş olur da masrafına katlanamaz. Adamın parası pulu var mı bakalım.
-O, oğluna masraf etsin, kızına masraf ettirmem. Hatta takısını bile alırım.
-Bilmiyordum.
-Neyi bilmiyorsun?
-Bu kadar çok paran olduğunu.
-Kenar bucakta üç beş kuruşumuz var hanım.
-O kabul etmez.
-Neyi kabul etmez?
-Takıları senin almanı. Kızına kadirlik yapmış olur, babam bana bir bilezik bile almadı diye kahırlanır.
-Kim bilecek ki?
-Ben seni bilirim. Hassın, iyisin de senin ağzında bakla ıslanmaz.
-Yapma hatun, kimin sırrını kime anlattım ki?
-Bunu bana sorma.
-Çok kötüsün.
Tam bu sırada Hayati evin önünden geçiyordu ki, muhtar seslendi:
-Hayati, hele gel, çayımız var. Gel bir çayımızı iç.
-Sağol muhtar, kahvehaneye geçiyordum.
-Kahvehanede çay parayla, korkma senden çay parası almam.
-Peki peki, içelim çayını.
Ömer, hemen Hayati’nin çayını getirdi. Ahşap masa üzerinde tütün tabakasını gören Hayati:
-Sen de bırakamadın şu sigarayı muhtar.
-Yok be Hayati. Çok bırakmak istiyorum ama bir türlü olmuyor. Esir aldı bizi bu namussuz. Bir parça otun kumandasına girdik.
-Bende de öyle. Anam bırak diyor ama olmuyor… Yola baktım, çok güzel olmuş. Usta betonu güzel döküverdi.
-Öyle, hakiki usta. Köy çamurdan kurtuldu. Neydi o yağmurlu günde köyün hali. Çamur insanın diz kapağına kadar çıkıyordu. Çocuklar da rahat gidip gelecekler okula. Üstleri başları çamur olmayacak. Bir de şu yolumuz yapılmış olsa ne kadar iyi olacak. Perişan oluyoruz vilayete gidip gelmekten. Çok uzağız vilayete. Sobran’a az kaldı. Öyle tahmin ediyorum ki, yıl sonuna kadar Yayladere’ye kadar gelir. Sağ olsun Vali Bey hem dozer verdi hem de kompresör. Gelecek sene de Yayladere’den bu tarafa olan köyler hep birlikte çalışıp yolumuzu yapacağız.
-Çok iyi olacak.
Ömer, biten çayları tazeledi. Birlikte birer tütün daha sardılar.
-İçin için iyi gelir, dedi muhtarın karısı, ne yapıyor Kadrinur hatun, tamamladınız mı düğün hazırlıklarını?
-Tamamladık. Hafta sonu bir keder gelmezse düğünü yapacağız.
-Ömer yarın gidiyor vilayete alıp gelecek usta ve ailesini.
-Çeşminaz da gidince yalnız kalacaksınız Kadrinur hatunla Hayati. Evin bütün işleri ona kalacak.
-Yapacak bir şey yok yenge.
-Öyle deme, dedi muhtar, yapılacak bir iş var.
-Neymiş?
-Senin evlenmen.
-Yapma muhtar. Anam da onu söylüyor, bacım da.
-Doğru söylüyorlar. Bırak kadın yaşlılığında güzel günler görsün. Daha yaşın genç. Sana göre birini buluruz.
-Bakarız muhtar, hele Çeşminaz’ın düğününü yapalım. Ondan sonra bakarız… De haydi, kalk kahvehaneye gidelim. Anam dün yollamadı beni, gidelim bakalım ne var ne yok.
Öğlen öncesi olmasına karşın kahvehanenin önü kalabalıktı. Köylüler, kısa zamanda yaptıkları işlerle bayağı yorulmuşlardı. Sabah kahvaltısını yapan soluğu kahvehanede alıyordu. Tek konuları vardı, üç gün sonra Cemal öğretmenin düğünü. Yıllar, belki de asırlar sonra Çamur köyünden başka köye gelin gidecekti.
-Helal şu Cemal öğretmene.
-Helal ki ne helal.
-Ne yaptı yaptı hem töreyi kaldırdı hem de ilk defa köyümüzden dışarıya bir kız başka köye gelin gidecek.
-Evet.
-Zeynep’e de gün doğdu, dışarıya gitmekle. Kolay değil bir öğretmenle evlenecek.
-Şehirli olacak. Köyün derdinden kurtulacak.
-Rahat edecek.
-Öyle öyle, işte çocuğunu okutmanın yararları.
-İyi ki kız çocuklarımızı da okula yolladık.
-Cemal öğretmen olmasaydı yollamayacaktık.
-Benim kız öğretmen olacağım diyor şimdiden.
-Ne kadar güzel.
Muhtar İsmail ile Hayati gelince gençler yer verdiler. Muhtar köylülere göz gezdirdi:
-Avara kasnaklar, vermişsiniz yine dedikodunun gözüne.
-Bizi fena çalıştırdın bu sene muhtar, anamızı ağlattın.
-Bir deri bir kemiğe döndük.
-Daha dur bakalım, şimdiden hazırlıklı olun gelecek yıl, yol yapımına başlayacağız. Vali Bey, öyle talimat verdi. Bu yol son köye kadar gidecek dedi.
-Ben çalışmam.
-Ben de.
-Ben de.
-Hiç o yana bu yana atlamayın. Çalışmayanlar para verecek.
-İster para verirsiniz yerinize adam çalıştırırız, ister kendiniz çalışırsınız.
-Desene aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık.
-Aynen öyle.
Çemiş Hasan, çaylarını tazeledi muhtar ile Hayati’nin.
-Çemiş Hasan, bak ne diyeceğim. Yarın için atını istiyorum. Osman usta ile ailesi gelecek. Ömer vilayete gidip alacak onları.
-Olsun muhtar, ben sabah kahvehaneyi açmadan atı hazırlarım, Ömer ahırdan alır.
-Sağol.
Sadece erkekler arasında değil köyün kadın ve kızları da üç gün sonra yapılacak olan düğünü konuşuyorlardı. Analar, törenin kaldırılmasına bir türlü rıza göstermezken, bekar kızlar, törenin kalktığından memnun kalmışlardı.
-Bu iş hiç iyi olmadı, baksana Zeynep ta dünyanın ucuna gelin gidiyor.
-Nereden kaldırdılar bu töreyi, kızlarımıza hasret kalacağız.
-Bırakın gitsinler, bizler burada kaldık da ne oldu, tezek yapmaktan, gudu yapmaktan ömrümüz tükendi gitti. Belki onlar gittikleri yerde rahat ederler.
-Orası da öyle.
-Benim kız buradan kimse ile evlenmem diyor.
-Benimki de.
-Desene bu kızlar hep köy dışına mı gidecekler?
-Öyle görünüyor.
-Gitsinler anam bacım. Bizim gibi hayvan pisliğini ayakları ile çiğneyip tezek yapmaktan kurtulurlar.
-Doğru dersin vallahi. Ne o, ne kadar yıkanırsan yıkan on günde insanın üzerinden kokusu gitmiyor.
-O yetmiyormuş gibi günlerce gudu yapacağım diye üst baş çamur oluyor.
-Ben dışarıya gitmelerinden razıyım da işte uzak olacaklar. Köyde bir gençle evlense, neredeyse her gün görürsün. Uzağa giderlerse hasret kalırsın.
-Onlar rahat etsinler de biz hasret kalalım.
Kızlar da kendi aralarında konuşuyorlardı. Herkes Zeynep’i kıskanıyordu. Cemal ile bir türlü ne zaman tanıştıklarını, nasıl birbirlerine aşık olduklarını çözemiyordu.
-Kısmetli kızmış.
-Evet, hem de kısmetin en alası.
-Ne yalan söyleyeyim ben kıskanıyorum onu ama Zeynep hem içi hem de dışı güzel bir kız.
-Öyle.
-Bakarsın öğretmenin köyünden bekar gençler de gelir kızlar. Süslenin, püslenin. Belki beğenen olur.
-Beğense ne olacak. Onlar da bizim köyün gençleri gibi değil mi? İçlerinde öğretmen ya da bir devlet dairesinde çalışan var mı?
-Kısmet kızlar kısmet.
(Devamı var)